Unutmadan Söylemeliyim: Sağlıklı Yaşam
Sağlıklı Yaşam etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sağlıklı Yaşam etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2023-11-10

2022-03-24

AFLATOKSİN

AFLATOKSİN

 Aflatoksin

aflatoxin


Son yıllarda oldukça sık duyduğumuz Aflatoksin, günlük yaşantımızda  her yerde karşılaştığımız  küflerden  bazılarının, ürettikleri birçok kimyasal maddelerden biridir.  Bu kimyasal maddeler arasında bazıları insanlarda ve hayvanlarda hastalığa neden olduğu için bir tür zehir özelliği taşımaktadır ve aflatoksin de bunlardan biridir. Aflatoksin kelimesi de, onu yapan küfün adından (Aspergillus flavus) ve zehir anlamına gelen "toksin" kelimesinden türetilmiştir.  Bu madde, bir çok organın yanı sıra esas olarak karaciğer üzerinde etkili olmakta ve giderek karaciğer kanserine yol açmaktadır. Bu etki, genetik çalışmalarla son yıllarda kesin olarak kanıtlanmıştır. Ayrıca birçok ülkede yapılan çalışmalar, karaciğer kanserine yakalanan insan sayısı ile, tükettikleri aflatoksinli gıda arasında yakın bir ilişki olduğunu göstermiştir.

Peki Aflatoksin Nasıl Oluşur?

Bir gıda maddesinde aflatoksinin oluşması için ilk koşul, bu toksini yapan küfün sporlarının gıda maddesine bulaşması; en önemli ikinci koşul ise, gıdanın kendisinin ve bulunduğu ortamın, bu küf sporlarının çimlenerek  çoğalmasını sağlayacak şartlara sahip olmasıdır.  Küfün veya sporlarının insan sağlığına çoğu kez herhangi bir olumsuz etkisi olmamasına karşın,  ürettikleri maddelerin bir kısmı zararlıdır ve bu maddelerin birçoğu yüksek sıcaklık  ile ortadan kaybolmamaktadır. Küflerin üreyebildigi her gıda maddesinde aflatoksin veya benzeri başka bir zehirli maddenin meydana gelmesi ihtimali yüksektir.

Aflatoksin yapan küflerin üremesi için 25-35 °C sıcaklığa ve %70'in üzerinde nispi neme (veya gıda maddesine 0,70'in üzerinde su aktivitesine) ihtiyaç vardır.  Küflerin nemli ve sıcak ortamlarda geliştiği herkes tarafından bilinmektedir.
Dört çeşit aflatoksin mevcut:  B1, B2, G1 ve G2 çeşitleri bulunuyor ancak toksik etki gösterenlerin yalnızca B1 ve G1 olduğu belirtiliyor.  Ayrıca süt ürünlerine M1 ve M2 formunda aflatoksinlere de rastlanıyor. M1 ve M2, diğer toksin türlerinin, hayvanlar tarafından sistemlerinde vücutta işlenmesi sonucu oluşuyor.   Güçlü bir kanserojen olan B1, yer fıstığı, pamuk tohumu küspesi, mısır ve diğer tahıllarda bulunuyor. Bu nedenle çoğunlukla hayvan yemlerinde karşımıza çıkıyor. İnsanlarda görülen karaciğer kanserinde önemli rol üstlendiğine inanılıyor. Beslenme aracılığıyla insanlara ulaşan aflatoksin B1, temel gıdalarda bile görülebiliyor. Özellikle sıcak ve nemli ortamlarda varlık gösteriyor. Hayvan yemlerinde yüksek oranda AFB1 bulunması yavruları zehirleyebildiği gibi maddenin sütte çıkmasına da neden oluyor.  Aflatoksin G1: Laboratuvar ortamında, UV ışığı altında test edildiğinde yeşil floresan vermesiyle B1’den ayrışıyor. B toksinlerinden farklı olarak bileşenleri arasında lakton bulunan G1 türü toksinler, biyolojik aktiviteden daha nadiren sorumlu tutuluyor. Yani toksik olsa da aflatoksin zehirlenmelerinde daha nadiren G1 türüyle karşılaşılıyor. 

Aflatoksin Belirtileri Nelerdir?

Hemen aklınıza gelen soru nasıl anlayabiliriz dediğinizi duyar gibiyim.  Aflatoksin'e maruz kalındığında hem insanlarda hemde hayvanlarda, hafif seyredebilen semptomlar olduğu gibi bazı vakalarda ani ölüm gelişebiliyor.

İnsanlarda görülen belirtiler şöyle;
  • Ayaklarda ödem ve şişkinlik
  • Karın ağrısı
  • Şişkinlik
  • Kusma
  • Karaciğerde büyüme
  • Akciğerde ödem
  • Kalp yetmezliği
  • Karaciğerde nekroz ve yağlanma
  • Hipoglisemi
  • Ölüm
Dünyada görülen vakarın birçoğu tedavi edilerek normal yaşamına geri dönüyor. Ölümün yoğun temas halinde ve nadiren yaşandığını belirtmek gerekir.

Hemen aklınıza gelen soru Aflatoksin Hangi Gıdalarda Bulunur?

Aflatoksinler yerfıstığı ve fındık, antepfıstığı gibi diğer yenilebilir kabuklu yemişlerde ve ürünlerinde, kuru meyvelerde, baharatlarda ve tahıllarda bulunmaktadır.
Süt ve süt ürünleri de kontamine hayvan yemi kullanımı sonucu aflatoksin içerir.
Aflatoksini gözle ayırt etmek  imkansız. Sadece laboratuvar testleri yapılarak gıdaların aflatoksin içerip içermediği anlaşılabiliyor. Ayrıca, bir gıdanın aflatoksin içermesi için illa küflü olması da gerekmiyor. Aflatoksin içeren yem tüketen hayvanların sütünde, etinde de bu maddeye rastlanıyor. Buna bağlı olarak, tüketilen birçok süt ürününde aflatoksin bulunuyor. Benzer şekilde sulu tarımla yetiştirilen birçok tahılda da aflatoksin bulunması maalesef engellenemiyor. Hasat öncesinde ve depolama sırasında tahıla bulaşıp çoğalabilir. En az % 7 rutubet ve yüksek sıcaklık da bitkiler için zararlıdır. Tahıl (pirinç, mısır, buğday, ince ve süpürge darı), yağlı tohumlar (pamuk, soya fasulyesi, yer fıstığı, ayçiçeği), baharat (kırmızı biber, kara biber, kişniş, zerdeçal, zencefil) ve kuru yemiş (badem, Antep fıstığı, ceviz, Hindistan cevizi, brezilya cevizi) sıklıkla etkilenenlerdir. Bunlarla beslenen hayvanların sütünde de aynı zehre rastlanabilir.

Gelelim  Aflatoksin Nasıl Yok Edilebilir?

Kurutma ve uygun depolama şartlarının sağlanması gerekiyor. Soğuk hava depolarının kullanımı küflenmenin önüne geçiyor.
UV ışınlarıyla kontrol ve laboratuvar testlerinin yapılması sonucu ürünlerin imha edilmesi salgının önüne geçebiliyor.
Endüstriyel tesislerde yüksek hassasiyete sahip kameralar, LED ışıklandırmalar kullanılıyor. Son teknoloji ayırma makineleri, küflü parçaları sağlıklı olanlardan ayırıyor. 
Evde aflatoksini önleme yolları ise şöyle sıralanıyor:
Gıdaları, rutubetsiz ve kuru yerlerde saklamalısınız.
Yaş ürünleri uzun süre saklayacaksanız muhakkak iyice kurutmalısınız.
Pul biber gibi aflatoksin içerebilecek gıdaları buzdolabında saklamalısınız. Buzdolabının sıcaklığı toksin üremesi için uygun olmadığından önlem olarak sayılıyor.
Küflü gıdaları kesinlikle tüketmemeli, çöpe atmalısınız.
Açık kuruyemiş ve baharat almaktan kaçınmalı, güvenilen markaların kapalı paketteki ürünlerini tercih etmelisiniz.
Aynı şekilde, çiğ süt yerine  süt ürünlerinde güvenilen markaları seçmeli ve tüketmelisiniz. 
Aflatoksin’in  insanda genotoksik ve kanserojen etkisi olduğunu unutmayın. Bu yüzden lütfen siz de tedbirinizi alın.

Hoşça, Dostça ve Sevgi ile Kalın
Arzu BOYACI
@muhendishanimingozunden  

2022-03-21

Süt Alerjisi - Milk Allergy

Süt Alerjisi - Milk Allergy

 

süt alerjisi


Süt Alerjisi - Milk Allergy

Bu makalemde son dönemlerde oldukça sık karşılaştığımız Süt alerjisinden bahsetnek istiyorum sizlere.

İnek sütü alerjisinde vücudun bağışıklık sistemi devreye girer ve süt proteinlerine karşı ya alerji antikorları (IgE) üreterek yada iltihap hücrelerini aktif hale getirerek aşırı reaksiyon gösterir. Her süt proteini tükettiğinizde vücudun bağışıklık sistemi histamin gibi mediatörlerin salgılanması veya bir T - hücresi aracılı enflamatuar reaksiyonla alerjik tepki verir. İnek sütü alejisi genellikle çocukluk çağında en sık görülen gıda alerjisidir. Günümüzde bebeklere 1 yaşa kadar inek sütü önerilmiyor. Ancak; bebek inek sütü bazlı mamalar veya emziren annenin kendisinin aldığı süt vasıtasıyla, inek sütüyle temas edip alerjik reaksiyonlar  gösterebilmektedir. Bazen de belirtiler, 1 yaş sonrası süt içmeye başladığında ortaya çıkmaktadır.

İnek sütü alerjisi genellikle bebeklikte  özellikle ilk 6 ayda  başlar, ancak daha büyük çocuklarda da başlayabilmektedir. Süt alerjisiyle karşılaşan çocukların 100 bebekten 2-5’inde bulunmakta ve bir kısmı 2-3 yaşında bundan kurtulurken, bir kısmında ise ömür boyu devam etmektedir.  Hemen her yaşta bu alerji  ortaya çıkabilir. Ailede alerjik hastalıklar sık görülüyorsa, çocukta da risk ne yazık ki artıyor. Yetişkinlerde ise bir çok hasta rahatsızlık duymasına rağmen bunu her hangi bir alerjiye bağlamamaktadır. Oysa ki süt ve laktoz alerjisi, dünyadaki yetişkin insanların yüzde 50'sinde görülen ve en bilinen besin intoleransıdır.

İnek sütünde, süt alerjisi olanlarda reaksiyona neden olabilecek 25 adetten fazla farklı protein bulunmaktadır. Bir çok kimse proteinlerin bir çoğuna tepki gösterirler.


Keçi sütü anne sütüne en yakın süt olsada,  aynı şekilde Keçi sütünden elde edilmiş sütlerde de benzeri proteinler bulunmaktadır ve bu nedenle bir çok süt alerjisi olan kişiler diğer memeli hayvanların sütünden de uzak durmalıdırlar.

Annenin inek sütü ve ürünlerini tüketmesi inek sütü proteinlerinin emzirme suretiyle anne sütünden bebeğe geçmesine neden olabilir. Bu nedenle annenin de süt diyeti yapması gerekmektedir.

İnek sütü alerjisi, süt şekerinin yani laktozun sindirilmesinde bir azalma nedeniyle meydana gelen laktoz intoleransı ile karıştırılmamalıdır. Laktoz intoleransı, tatlı süt, keçi peyniri, dondurma ve krema gibi laktoz içeriği yüksek olan süt ürünleri yüksek miktarlarda tüketildiğinde karın ağrısı ve ishale neden olmaktadır. 

Peki İnek Sütü Alerjisinin Belirtileri Nelerdir?

Süt alerjisinde hangi belirtilerin oluşacağı oldukça bireyseldir. Bu belirtiler bazılarında hafif ve zararsız olurken bazılarında ise sütün en ufak miktarı dahi çok ağır alerjik reaksiyonlara neden olabilir. Mide ve bağırsak rahatsızlıkları oldukça sık görülürken ağız ve boğazda kaşıntı, mukozada şişkinlik ve solunum rahatsızlıkları aynı sıklıkta görülen belirtiler değildir. Ancak bu tür belirtiler oluşabilir ve özellikle de küçük çocuklarda görülür. 

Bunun dışında daha genel görünen belrtiler ise;  Huysuzluk, aşırı ağlamalar, Aşırı gaz sancısı, Kusma,  İshal- kanlı, mukuslu gaita görülebilir.  Kabızlık bazen ishale değil kabızlığa da yol açabilir, Ciltte döküntü, kaşıntı, Egzama, Gözlerde kaşıntı, Göz altlarında koyu renkli halkalar, Tekrarlayan hırıltı, öksürük, aksırık,burun akıntısı veya tıkanıklığı. Sık sık üst solunum yolu enfeksiyonu, orta kulak iltihabı, sinüzit, bronşit geçirme ve Büyüme geriliği görülebilir.  

Süt alerjisinde teşhis konması için doktorunuz ile birlikte vücutta inek sütü proteinene karşı antikorlar (IgE) üretilmiş mi diye iğne testi ve kan tahlilleri ile yapılır. Süt alerjisi olan herkes kan testlerinde pozitif sonuç göstermez ve bu durum özellikle kusma, ishal veya dışkıda kan gibi belirtiler gösteren bebeklerde geçerlidir. Belirtilerin süt yüzünden mi ortaya çıktığını kesin olarak belirlemenin tek yolu sütü beslenmenizden çıkarmak  yani vücudu bu besine karşı kapamak gerekir. Belirtiler kayboluyor mu diye bakılmalıdır. Eğer tam emin olunamıyorsa  sütü tekrar tüketmeye başlayıp belirtiler yeniden ortaya çıkıyor mu bakılması gerekiyor. Uzun süre süt içmeyen kişilerde alerjinin geçip geçmediğini değerlendirmek için kontrollü şekilde açarak  inek sütü provokasyonu yapılmalıdır. Eğer alerjik durum devam ediyorsa ömür boyu tüketmemek gerekmektedir. 

İnek sütü alerjisinde prognoz genellikle çok iyidir. Bir çok çocuk okula başlamadan alerjiden kurtulur. Non-IgE negatif alerji testleri, alerjisi olan bebeklere genellikle 0,5 – 1 yaşından sonra diyetine süt tekrar eklenebilir. Yetişkinlerde alerjinin ne kadar yaygın olduğu bilinmemektedir, fakat bu oranın nüfusun yüzde birinin oldukça altında olduğu tahmin edilmekle birlikte net bir bilgi yoktur. 

Süt proteini nerelerde bulunur? 

Yaygın olarak akla sadece süt, peynir, yoğurt, ayran  ve kefir gelmesine rağmen, Süt birçok hazır gıdalarda ve endüstriyel gıda ürünlerinde yer almaktadır. Bu nedenle, gıda ürünlerini satın alırken ürün etiketinde yazılı malzeme içeriklerini mutlaka okumanız çok önemlidir. Miktarı ne olursa olsun eğer bir ürün süt içeriyorsa üretici bunu ürünün etiketinde belirtmek zorundadır. Malzeme içerğinde  kullanılan ve süt proteininin üründe kullanıldığını belirten kelimelerin bazıları şunlardır: Gıda Kodeksi Yönetmeliğin Ek-1’inde yer alan 14 alerjen ya da intoleransa neden olan madde veya ürün belirtilmek zorundadır. Bileşen listesi bulundurma zorunluluğu bulunmayan gıdalarda alerji veya intoleransa yol açan madde veya ürün “…. içerir” şeklinde belirtilmelidir. Süt kaynaklı olduğu açık olan peynir, yoğurt, krema, tereyağı vb. Eğer bir gıdanın içerisindeki bir bileşenin ismi alerji veya intoleransa neden olan birmaddenin/ürünün ismini tek kelime içerisinde kısmen içeriyor ise (örn. süttozu)bileşenin adı tamamen vurgulanabileceği gibi yalnızca alerji veya intoleransa neden olan maddeye/ürüne atıfta bulunan kısmın vurgulanması da yeterlidir.  Süttozu şeklinde bildirimler uygun olarak kabul edilir.

Örneğin;

Sütlü çikolata (% X) [şeker, kakao yağı, tam yağlı süttozu, kakao kitlesi, emülgatör: lesitin (soya), aroma verici], tahıllı ve sütlü dolgu (% Y) [şeker,yağsız süttozu, bitkisel 12 yağ (palm), tahıllar (% Z) [arpa, pirinç, buğday, susuz süt yağı (sade yağ), emülgatör (soya lesitini), aroma verici. Taze krema,  kasein, kaseinat, laktalbumin, margarin.

Şeklinde belirtilmesi gerekmektedir.

Süt yerine neler kullanılabilir?

İçecekler: Küçük çocuklar (0-3 yaş) için eczaneden temin edilebilen hipoalerjenik bir takviye süt ürünü tavsiye edilmektedir. Daha büyük çocuklarda ve yetişkinlerde soya sütü, badem sütü, hindistan cevizi sütü, fındık sütü ve yulaf sütü gibi süt benzeri içecekler tüketmeleri tavsiye edilir. Bunların kalsiyum içeriği inek sütü ile aynıdır ancak bu içecekler genellikle daha az miktarlarda protein ve kalıntı maddeler içerir. Ayrıca Vegan olan süt içermeyen peynir ve çeşitleride kullanılabilir.

Eğer ailenizde alerji geçmişi varsa ve bu belirtilerden bazılarını gösteriyorsanız. bir doktor ile görüşüp teşhisi netleştirmenizi tavsiye ederim. Bir çok hastalıklarda erken teşhis ve çocuk yaşta olmak tedavi sürecini olumlu etkillemektedir. Her zaman söylediğim gibi mutlaka tükettiğiniz ürünlerin içeriklerini etiketlerinden mutlaka kontrol edin.

Hoşça, Dostça ve Sevgi ile Kalın

Arzu Boyacı

@muhendishanimingozunden




 

 




 


 


 


2022-02-07

Çikolatanın içinde Gluten var mı?

Çikolatanın içinde Gluten var mı?

çikolata gluten


Çikolatanın içinde Gluten var mı?

Sanırım çikolata herkes için lezzet ve mutluluk  patlaması diyebiliriz. Çikolatanın ana maddesi kakao. Kakao ağaçlarından üretilen bu ham maddenin ilk zamanlarda şeker kamışı, bal ve tarçın gibi besinlerle karıştırılarak tatlandırıldığı biliniyor. Ancak şimdilerde üretilen çikolatalar da ise kakaonun şeker, süt ve süt ürünleriyle işlenmesi ile o lezzetli çikolata tadının ortaya çıkmasını sağlıyorlar.

Gelelim merak ettiğiniz soruya, çikolata gluten içeriyor mu?

Evet çikolata çeşitlerinin pek çoğuna, gluten içeren katkı maddeleri  eklenebiliyor. Yada bazı üreticiler de  üretim aşamasındaki çapraz bulaşmalardan dolayı, çikolataya az da olsa gluten bulaşabiliyor. Yani Kakao çekirdekleri arpa, buğday, çavdar gibi glutenli besinler ile aynı ortamda işlendiğinde, glutenin kakao çekirdeklerine bulaşma olasılığı bulunuyor (Buna çapraz bulaşma diyoruz). 

Bunun yanında
Çikolataların raf ömrünü uzatabilmek adına içerisine eklenen ek maddelerde de eser miktarda gluten bulunabiliyor.
Ham madde olan kakao'da gluten bulunmadığından, piyasada glutensiz çikolata çeşitlerini bulmanız mümkün. Dolayısıyla; özellikle de gluten'e karşı hassasiyeti olan kişilerin, üzerinde “glutensiz” ibaresi bulunan ve glutensiz sertifikası bulunan çikolataları tercih etmeleri gerekiyor.
 
Biter Çikolata %45-59 Kakao (Kaynak :USDA)

Besin Değeri 100 Gram'da

Kalori: 545 kcal        
Toplam Yağ: 31 gr
Doymuş Yağ: 19 gr
Trans Yağ: 0.1gr
Karbonhidrat: 61 gr   
Diyet Lifi : 7 gr
Şeker: 48 gr
Protein: 4.9gr
Kolesterol : 8 mg
Kafein:43 mg
A Vitamini: 10.0 IU
C Vitamini: 0.0 mg
Sodyum:24 mg
Potasyum: 559 mg
Kalsiyum: 56 mg
Demir : 8 mg
B6 Vitamini: 0.0 mg
Kobalamin : 0,2 µg
D Vitaminini: 0.0 mg
Magnezyum: 146 mg

Sonuç olarak mümkün olduğunca az katkı maddesi olan ürünleri tüketmek sağlığımız için önemli. Her zaman sorduğum gibi Ne tükettiğinizi biliyor musunuz...!?

Hoşça, Dostça ve Sevgi ile Kalın
Arzu BOYACI
@muhendishanimingozunden

2021-07-01

Tehlike Güneşte mi? Yoksa Güneş Koruyucularında mı!?

Tehlike Güneşte mi? Yoksa Güneş Koruyucularında mı!?

 

güneş koruyucu

Tehlike Güneşte mı!? Yoksa Güneş Koruyucularında mı!?

Yaz döneminin popüler konusu güneş koruyucusu kremler. Eminim ki herkes kaç faktör olmalı hangi markayı alalım diye düşünüyor. Peki size güneş koruyucularının aslında sandığınız kadar masum olmadığını ve tehlikeli olduğunu söylesem.  30 faktör ile 50 faktör arasında koruyuculuk oranının sadece %1 fark ettiğini ve koruma faktörü arttıkça kimyasal oranının arttığını söylesem. Sanırım şu an herkesin dikkatini çektim ve kafanızda soru işareti belirdi.

Güneş koruyucu kremlerin içinde kullanılan maddeler konusunda benim kafamda uzun zamandır soru işaretleri vardı o yüzden aldığım koruyucuda neye dikkat ettiğimi de makalenin ilerleyen kısımlarında paylaşıcam. Yaklaşık 4 senedir, ilk güneşe çıktığım dönemde bir kaç gün koruyucu kullanıyorum sonrasında kullanmıyorum. Tabi bu koruyucunun da belli  şartları var benim için. Bugüne kadar hep bizi güneşten korkuttular ve korunmamızı söylediler. Ancak son yıllarda yapılan araştırmalar ile bunun aksi söylenmeye başlandı.

Hawaii'de oksibenzon ve oktinoksat içeren güneş koruyucularının yasaklandığını hiç duymuş muydunuz? Peki neden oksibenzon ve oktinoksat mercan resiflerine geri dönüşü olmayan zararlar vermesi. Vücudunuza sürdüğünüz koruyucu,  cildinizden akıp deniz suyuna karıştığında deniz yaşamını bile öldürüyor, balıklarda üreme sorunlarına neden oluyorsa ortada ciddi bir sorun var demektir. Sanırım şuan kafanızda bir şimşek daha çaktı.! 

Yapılan çalışmalar sonucunda, kimyasal güneş koruyucu kremlerde yaygın olarak kullanılan avobenzon, oksibenzon, oktokrilen, oktinoksat, benzofenon, homosalat gibi aktif maddelerin cilt tarafından emilerek vücuda nüfus ettiğini gösteriyor. Ve bazı durumlarda günlerce, hatta haftalarca vücutta  kalıyorlar. Bu kremleri bir defa sürmek bile zararlı kimyasalların kandaki seviyesini artırmak için yeterli. 

Çalışmanın bulgularına göre tek bir uygulamada kandaki oksibenzon konsantrasyonu FDA’in güvenli olarak belirlediği miktarın 180 katına çıkıyor. Güneş kremini dört gün düzenli olarak kullandığınız da ise kanınız da güvenli kabul edilen miktarın 500 katı oksibenzon dolaşıyor.! Yapılan araştırmalar sonucunda bu kimyasalların kısırlık yaptığına dair bulgular saptanmış ayrıca hamilelikte fetüse geçtiğini ve  anne sütüyle bebeğe aktarıldığı belirtiliyor. Reproductive Toxicology dergisinde yayımlanan bir çalışmaya göre, oksibenzon içeren güneş kremi kullanan hamile kadınların bebeklerinde Hirschsprung hastalığı riski artıyormuş. Amerikan Pediatri Derneği çocuklarda oksibenzon içeren güneş koruyucu kullanmamaları konusunda anneleri uyarıyor.   Yapılan araştırmalar sonucunda çoğu oksibenzon ve benzofenon üstüne odaklansa da, benzer endişeler kimyasal güneş koruyucularda kullanılan aktif içeriklerin tamamı için geçerli. Birkaç sene öncesine  kadar bu kimyasallar FDA’in “güvenli” listesinde yer alıyordu. Yüksek oranda kana karıştıklarının anlaşılmasıyla listeden çıkarıldılar. 

Peki biz ne kullanacağız dediğinizi duyar gibiyim. Doktorlar mineral bazlı koruyucu kullanılmasını tavsiye ediyor ki bende uzun zamandır tercih ediyorum. Çinko oksit (zinc oxide) ve titanyum dioksit (titanium dioxide) içeren mineral bazlı koruyucular güneş ışınlarını yansıtarak etki ediyorlar. Cilde nüfuz etmedikleri ve kana karışmadıkları için nispeten daha güvenlidirler.  Ayrıca bugüne kadar   Öğlen saatlerinde güneşten uzak durmamız, sabahları ve öğleden sonraları güneşe çıkmamız söylendi hep. Meğer bu da yanlışmış tam tersine, D vitamini rezervinizi doldurmak için güneş tam tepede olduğu zamanlarda, yani öğlen saatlerinde güneşlenmeniz gerekiyormuş. D vitamini, bu saatlerde gelen UVB ışınlarıyla sentezleniyor. Güneşin şifalı gücünden faydalanmak için sadece 20 dakika güneşlenmeniz yeterli oluyor. Fakat, güneşlenirken cildinize koruyucu herhangi bir krem ya da yağ sürmemeniz gerekiyor. Kimyasal güneş koruyucu kremler, yağlar hem toksik maddeler içerir hem de vücudunuzun D vitamini sentezlemesini önlüyor. Dikkat etmemiz gereken ise güneşlendikten sonra birkaç saat duş almamak. Duş alırken de vücudunuza sabun sürmeyin, sadece suyla durulanmaya özen gösterin. Böylece cilt yüzeyinde oluşan D vitamini akıp gitmez, vücuda nüfuz eder.
Bağımsız ve kâr amacı gütmeyen sivil toplum kuruluşu Environmental Working Group (EWG) her sene  güvenli tüketim listesi yayınlıyor sizde buradan takip edebilirsiniz.

Hoşça, Dostça ve Sevgi ile Kalın
Arzu BOYACI
@muhendishanimingozunden 

2021-06-10

Melisa Çayı

Melisa Çayı

 

melisa çayı

Melisa Çayı

Son yılların popüler bitki çaylarından biri. Benim de uzun süredir tükettiğim bir çay, ancak benim bahçemde Limonlu Melisa Çayı mevcut. Her yaz kış için kurutup kullanıyorum. Hemen aklınıza gelen soru bu çayın bir faydası olup olmadığı, kesinlikle çok faydası var diyebilirim.  Melisa çayı kovan otu ya da limon nanesi gibi farklı isimlerle de anıldığı için belki sizde bu çayı daha önce tüketmiş olabilirsiniz. Günde bir fincan Melisa çayı içerek ruhunuzu dinlendirip, sakinleştirici özelliğinden yararlanabilirsiniz. Peki Melisa çayı nasıl demlenir Ve faydaları nelerdir? İşte sizin için hazırladığım makalem.

Melisa özellikle bitki çayı severler için çok iyi bir seçenektir. Melisa bitkisinin yapraklarından elde edilen bu çay insan sağlığı için oldukça faydalıdır. Melisa çayı, sedatif etkisi nedeniyle insanları rahatlattığı ve ruhsal huzur verdiği bilinmektedir. Melisa bitkisi sinirsel kökenli çarpıntılarda, hafif depresyon, sıkıntı ve streste rahatlatıcı rol oynamaktadır.. Günde 1-2 fincan melisa çayı içerek bu faydalarından yararlanabilirsiniz.


MELİSA ÇAYI FAYDALARI

Melisa çayı hem ruhsal hem bedensel rahatsızlıklara iyi geldiği için faydası birçok bitki çayının faydalarının toplamına eşittir. 
- Uçuk, yara, sinek ısırığı ve kızarıklık gibi basit cilt problemlerini iyileştir.
- Çayı içildikten sonra kişiyi sakinleştirebilir.
- Sindirim ve boşaltım sistemine de ciddi faydalar sağlar. Karın-mide ağrısı ve ishalin tedavisine yardımcı olur. 
- Gaz sancısı çekenler tarafından tüketildiğinde ağrıları giderebilir.
- Huzurlu bir ruh haline kavuşturabilir.
- Geceleri bir fincan melisa çayı tüketmek, kişiyi rahatlatabilir ve uykuya hazırlayabilir.

- Konsantrasyon artırıcı etkisi bulunduğu için hafızayı güçlendirebilir.
- Doğal ağrı kesici özelliği bulundurur.
- Maske olarak cilde uygulandığı zaman güneşin olumsuz etkilerine karşı korur.
- Cilt lekelerini onarmanıza yardımcı olabilir.
- Cilt ya da saç derisinde oluşabilen egzama, mantar gibi birçok soruna çözümdür. Antiseptik özellikleri sayesinde bunlarla savaşır.
- Gözeneklerin temizlenmesini, ciltte nem dengesinin sağlanmasını kolaylaştırır.
- Sivilce oluşumları en aza indirir.
Böcek ve sinek ısırıklarına karşı etkilidir.
- Alzheimer hastalığına yakalanma riskini azaltır.

- Kaşıntı ve kızarıklıkların hızlı geçmesini sağlar.
- Stres gerginlik, depresyon gibi sorunların geçmesini sağlar.
- Grip, nezle gibi hastalıkların hızla iyileşmesini sağlar.
- Yüksek tansiyon problemi yaşayanlara iyi gelir.
- Kalp ve damar hastalığına yakalanma riskini azaltır.
- Antiseptik (mikrop kırıcı) özelliği bulunmaktadır.
- Vücudu kuvvetlendirerek bitkinlik ve halsizlikleri giderir.
- Hazmı kolaylaştırır.
- İçerdiği yağ yakıcı moleküller sayesinde kilo almayı engelleyen melisa çayı diyetisyenler tarafından önerilen bir çay türüdür. Fakat burada dikkat edilmesi gereken melisa çayı zayıflatır diye günde 3 fincan ya da daha fazla tüketim yapmamaktır.
Bitki çaylarının fazlası oldukça zararlıdır ve kesinlikle önerilmez.

MELİSA ÇAYI NASIL DEMLENİR?

Bir demliğe bir su bardağı suyu koyun. Suyu kaynatın. Su kaynama noktasından 10-15 derece sıcaklığı düşünce bir tutam Melisa yaprağını ya da otunu demliğin içine bırakın. Yaklaşık 5 dakika demlemeye bırakın. Daha sonra bir süzgeç yardımı ile süzüp bardağa aktarın. Sade bir şekilde için. Yani yanına bal, pekmez gibi farklı bir besin türü eklemeden sade bir şekilde için. Bitkilerin farklı bileşenlerle tepkimeye gireceğini ve insan sağlığına zararlı olabileceğini unutmayın. Bu yüzden sade içmenizi tavsiye ederim.  Uykusuzluk problemi yaşayanlar yatmadan 20 dakika önce Melisa çayını içebilirler. Adet ağrıları için ağrının yoğun olduğu süreçte ılık bir şekilde tüketilebilir. Sabah aç karna içmek tavsiye edilmez.

MELİSA ÇAYI ZARARLARI...!

Günlük 1-2 fincandan fazla melisa çayı içerseniz melisa çayının zararını görebilirsiniz. Melisa çayının yanında başka bir şey tüketmek uzmanlar tarafından önerilmemektedir. İçerisindeki bileşenler farklı bir madde ile tepkimeye girerek insan vücuduna zarar verebilir. Kronik hastalığı olanlar oldukça  dikkat etmeli ve doktorunuza danışmadan kullanmamanızı tavsiye ederim.

Hoşça, Dostça ve Sevgi ile Kalın

Arzu BOYACI
@muhendishanimingozunden 

2021-05-29

BPA’nın insanların sağlığı üzerindeki etkileri nelerdir...?

BPA’nın insanların sağlığı üzerindeki etkileri nelerdir...?

 

bpa

BPA’nın insanların sağlığı üzerindeki etkileri nelerdir...?


Bisfenol A veya BPA, (CH₃)₂C(C₆H₄OH)₂ formülüne sahip sentetik organik bileşik. İki hidroksifenil grubu barındırır, difenilmetanlar ve bisfenoller altında incelenir. Renksiz katı halde bulunan BPA, organik çözücülerle çözünse de suda çok az çözünür.
Formül: C15H16O2
Molar kütle: 228,29 g/mol
Erime noktası: 158 °C
IUPAC numarası: 4,4'-(propane-2,2-diyl)diphenol
Sınıflandırma: Östrojen
İçinde çözündüğü madde: Etanol, Alkali

Genellikle BPA ibaresi, plastik bebek şişelerinin ve damacanaların üzerinde hepimizin gözüne çarpan bir ibare var  “BPA’sızdır”. Ya da (BPA free) Açılım olarak bisphenol A, vücuttaki hormanları taklit eden bir endokrin bozucudur. Bu endokrin bozucular, hem yetişkinlerde hemde küçük yaşta ki çocuklarda özellikle östrojeni taklit ederek, kardiyovasküler, nörolojik ve hormonal bozukluklara yol açmaktadır ve metabolizmaya ciddi zararlar vermektedir. 

bpa

Bisfenol A (BPA) polikarbonat ve epoksi reçinelerin yapısında yer alan bir monomerdir.  Epoksi reçineler ve polikarbonatlar; gıda ambalajlarında, damacanalarda ve bir çok alanda kullanılır.

BPA, polikarbonat plastiklerin daha güçlü ve esnek olmasını sağlar. BPA damacanalardan suya geçebilmektedir. Polikarbonatlar tabak, bardak, geri dönüşümlü içecek şişeleri gibi bir çok gıda ile temas eden malzemelerde kullanılmaktadır. Ayrıca, gıda ve içeceklerin konserve kutularının ve gıda üretiminde kullanılan tenekelerin iç kaplanmasında (laklanmasında) da BPA içeren epoksi reçineler kullanılmaktadır.

BPA varlığı laboratuvarlarda BPA Analizi ile test edilmektedir. Test edilen ürün üzerinde BPA'sız olduğuna dair BPA Free bilgisi gösterilmektedir.

İnsanların fark etmeden senelerce kullandığı damacana içindeki plastiklerde BPA’ya rastlamak mümkündü. Yapılan araştırmalarda BPA’nın vücudumuza sadece gıdamızla ya da kullandıklarımızla değil, havadan ve tozdan da rahatlıkla bulaşabileceği ortaya çıkmış durumda. En önemlisi azıcık BPA’yla bile metabolizmanızın bütün hormon dengesi bozulabiliyor, şeker hastalığı, üreme ve nörolojik problemler ortaya çıkabiliyor. Fakat bu noktada BPA’nın nedenli zararlı olduğu gün yüzüne çıkınca, ortaya BPA’sız olan yeni bir plastik türü çıkmış durumda . O da  Tritan ..

Tritan olarak bilinen, bu yeni madde ise trifenil fosfat (Triphenyl phosphate) içeriyor. Amerikalı Eastman şirketi tarafından piyasaya sürülen bu kimyasalın sentetik östrojen olup olmadığını test ettirdikten sonra ortaya çıkan sonuçlar gösterdi ki BPA’dan bile daha zararlı bir östrojenik olabileceği saptandı.

Ne yazık ki birçok gıda ve içecek kutusunda, bazı tıbbi malzemelerde kullanılıyor. ABD’de Ulusal Sağlık Enstitüleri’nde görevli bilim insanları tarafından, BPA’nın prostat ve beyin gelişimi üzerinde ciddi zararlı etkilere sebeb olabileceği kanıtlanmış durumda, cenin, bebek ve çocuklarda hareket değişikliğine neden olabileceği uyarısında bulunmuşlardır.
İngiltere yapılan araştırmalarda ise bu kimyasalın vücutta yüksek seviyelerde bulunmasının, kalp hastalıkları, diyabet ve karaciğerde enzim bozukluklarıyla bağlantısı olduğu ortaya çıkmıştır.

Sağlık kuruluşları ve dünyanın önde gelen sağlık örgütleri sürekli olarak BPA'lı  ürün satın almayın diye halkı bilinçlendirmeye çalışıyorlar. Dev markalar ellerinde kalan BPA içeren ürünleri üçüncü dünya ülkelerine ithal ederek ellerinden çıkartıyorlar. Evet maalesef ülkemizde bu ülkelerden biri. O yüzden dışarıdan satın aldığınız tüm ürünler BPA içeriyor ve biz her gün o ürünleri tüketiyoruz.

Bebek ürünlerinde  ise BPA Emzik, biberon, plastik oyuncaklar, diş kaşıma aparatları, sterilizasyon makineleri, plastik yıkama küvetleri, oturaklar ve aklınıza gelmeyen onlarca plastik üründe bulunuyor. Kesinlikle çok dikkat edilmesi gerekiyor. Mutlaka ürünlerin üzerini okuyun..BPA Free yazısı VARSA satın almaya özen gösterin.

Sonuç olarak plastiğin hangi türü ile test yapılırsa yapılsın, hiç birinde    sonuç değişmiyor. Unutmayalım ki plastiğin doğada çözünmesi min. 400 yıl max. 1000 yıl sürüyor. Mümkün olduğunca az plastik ürün içeren malzeme tüketmek hem kendi sağlığımız hemde  doğa açısından çok önemli. Her zaman sorduğum gibi Ne tükettiğinizi biliyor musunuz...!?

Hoşça, Dostça ve Sevgi ile Kalın
Arzu BOYACI
@muhendishanimingozunden  

2021-05-11

KLOZET KAPAĞINI KAPATMAK NEDEN ÖNEMLİ....?

KLOZET KAPAĞINI KAPATMAK NEDEN ÖNEMLİ....?




Merhaba arkadaşlar, Bunları Biliyor Muydunuz? Serisinde  bugün Klozet kapatmanın neden çok önemli olduğu ile ilgili bir yazı okudum ve sizinle paylaşmak istedim. Bazen küçük ama önemli şeylere dikkat etmiyoruz. Bence önemli bir konu vakit ayırıp okumanızı tavsiye ederim. 

Bunları Biliyor Muydunuz...?

KLOZET KAPAĞINI KAPATMAK NEDEN ÖNEMLİ....
TV de kanallarda gezinirken , bu bizim Amerikan asıllı Türk doktorumuz Mehmet Öz' ün programına denk geldim. Tombul Amerikalıların bizim doktora duydukları hayranlık beni şaşırttı ve seyretmeme vesile oldu. İyi ki seyretmişim, bizim Öz programa katılacak olan seyircilerden bir gün önce banyolarında hali hazırda kullandıkları havlu, bone ve diş fırçasından birer örnek aldırmış ve laboratuara göndermiş. Program sırasında bu sonuçları açıkladı. Sonuç inanılmaz. Latince adını şimdi hatırlamadığım aslında önemi olmayan X bakterisi, yine Latince adını şimdi hatırlamadığım aslında önemi olmayan Y bakterisi ve yine Latince adını şimdi hatırlamadığım Z bakterisi  ve bunun gibi binlerce bakteri havlularımızda, diş fırçamızda, bonelerimizde, paspasımızda, tavanımızda, duşa kabinimizde, küvetimizde, aynamızda, lamba anahtarımızda, kısacası banyonun her yerinde. Bu nasıl oluyor, peşinden hemen anlattı. Sifonu çektiğimizde su partikülleri şiddetle çarpışıyorlar. Bu şiddet su partiküllerinin klozetin alanının 5 metrelik çevresine hızla dağılmasına sebebiyet veriyor. Bu partiküller beraberlerinde bakterileri de taşıyorlar.

Peki bu bakteriler neler? Tahmin edebildiğiniz gibi dışkı, idrar ve koli basili vs. Yani sifonu çekmeden klozet kapağını kapatmazsanız milyonlarca iğrenç bakteriler banyonun her yerine, havlumuzdan, diş fırçamıza kadar her yere yerleşiyorlar. Sanırım çoğumuz klozet kapağının neye yaradığını şimdi daha iyi anladık!.

(alıntı)

PAYLAŞANIN EKLENTİSİ: Klozet kapağının günün her saatinde ve özellikle gece kapatılmasının bir yararı da; Kent kanalizasyonlarında yaşayan, tüm yağ ve diğer atıkları temizleyerek zaman içerisinde tıkanmalarının önüne geçmek suretiyle çok yararlı işler yapan kanalizasyonların “ÇÖPÇÜLERİ” tabirini kullanacağım “KANALİZASYON FARELERİNİN” atık su borularından klozetlerimize ve oradan da evlerimize girmelerinin  önlenmesi amaçlıdır…

BENİM DİP NOTUM: Çoğumuz her ne kadar kosmopolitan şehirde yaşadığımızı ve bunun olmayacağını düşünse de ne yazık bu kemirgen dostlarımız  kaçıncı katta olursak olalım çıkıyorlar. Bu yüzden ben genelde bir seyahate çıkacağım zaman klozet kapağının üzerine mutlaka bir ağırlık koyuyorum.  Dediğim gibi kaçıncı katta olursak olalım su giderlerimizin borularını kemiriyorlar. Bu tecrübe ile sabit . Daha önce mutfak lavabosunun altında kaçak olmuştu. Tesisatçı'yı çağırdım açıp baktığında kemirgenlerin boruyu baya bir kemirdiğini gördük ve değiştirdik.


Diğer bir konuda yaptığım araştırmada. Sizden önce giren kişi sifonu çektiği anda eğer klozet kapağı kapalı değilse Dr. Öz'ün de dediği gibi bakteriler, 2-5 metre uzağa kadar yayılıyor.Bu durumda,  Tuvalet kağıdını klozetten 5 metre uzağa koymak pek de akıllıca bir iş olmadığı ve dünyanın her yerinde tuvalet kağıdı hemen klozetin dibinde olduğu için, birçok bakteri doğrudan tuvalet kağıdına hapsoluyor.

Eğer siz dışarıda bir tuvalet kullandığınızda klozet üstüne tuvalet kağıdı sererek daha hijyenik olduğunu düşünüyorsanız, aslında siz, olası bakterilere doğrudan temas sağlıyorsunuz. Bu durumu da göz ardı etmemek gerekiyor. Kısacası bazen hijyenik olduğunu düşündüğümüz şeyler bizim için risk teşkil edebiliyor.
Buraya kadar sabredip okuduğunuz için teşekkürler. Hepinize sağlıklar diliyorum.

Hoşça, Dostça ve Sevgi ile Kalın
Arzu BOYACI
@muhendishanimingozunden

2021-03-15

OMEGA 3 Hakkında Merak Ettikleriniz...

OMEGA 3 Hakkında Merak Ettikleriniz...

 


omega


Büyük küçük herkesin sıklıkla kullandığı Omega-3 hakkında merak ettikleriniz hakkında işte detaylar;

Omega-3 yağları, tıpkı Omega-6 yağları gibi doymamış yağ asitleri grubuna dahil olan yağ asitleridir. Omega-3, insan vücudu tarafından üretilemez, bu yüzden dışarıdan alınması gerekir. Omega-3 ihtiyacı genel olarak anne karnında başlar ve yaşlılık dönemi de dahil olmak üzere her evrede görülür.

Peki Omega-3 alımının faydaları nelerdir?

· Kan trigliseridleri: Omega-3 takviyeleri kan lipitlerini önemli ölçüde azaltır.
· Kanser: Omega-3 bakımından zengin yiyecekler tüketmek ve kolon, prostat ve meme kanseri riskinin azalması arasında ilişki bulunur.
· Karaciğer yağlanması: Omega-3 yağ asidi takviyesi kullanmak, karaciğerinizdeki fazla yağdan kurtulmanıza destek olur.
· Depresyon ve kaygı: Balık yağı gibi omega-3 takviyesi almak, depresyon ve kaygıya dair şikayetleri azaltmaya yardımcıdır.
· İltihap ve ağrı: Omega-3'ler, romatoid artrit gibi bazı hastalıkların belirtilerini hafifletir. Ayrıca adet ağrısını hafifletmede de etkisi görülmüştür.
· Hiperaktivite: Hiperaktivitesi olan çocuklarda, omega-3 takviyeleri farklı türde semptomları önemli ölçüde azaltır.
· Astım: Omega-3'ler çocuklarda ve genç yetişkinlerde astımın önlenmesinde de fayda gösterir.
· Bebek gelişimi: Hamilelik ve emzirme döneminde alınan DHA, bebeğinizin zeka gelişimine ve göz sağlığına önemli ölçüde yarar sağlar.
· Demans: Bazı çalışmalar, daha yüksek oranda omega-3 alımının, Alzheimer hastalığını önlediği ve bunama riskini azalttığını gösterir.
· Kalp hastalıkları için de çeşitli risk faktörlerini de iyileştirir.   

Kimler Omega-3 kullanmalı?

  • Kalp rahatsızlıkları olanlar
  • Okul çağındaki çocuklar
  • Hamileler (doktor kontrolünde)
  • Menopoza girmiş kadınlar
  • Kolesterolü yüksek olanlar
  • Diyabet hastaları
  • Daha sağlıklı yaşlanmak isteyenler
  • 30 yaşını geçmiş kişiler

Omega-3 ile Omega-6 arasındaki fark nedir?


Gerek Omega-3 gerekse Omega-6 yağ asitlerinin dengeli alımı, sağlığımız için temel olan ideal kan dolaşımını sağlıyor. Ayrıca beynin gelişimine, sağlıklı büyümeye ve bağışıklık sisteminin güçlenmesine yardımcı oluyor. Cildin nemini koruyarak, genç görünmesine ve tüm cilt hücrelerinin işlevlerini düzenlenmesine yardımcı oluyor.

Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından önerilen ideal denge, her 5-10 gram Omega-6 yağ asidine karşılık 1 gram Omega-3 yağ asidi şeklinde. Aşırı Omega-6 yağ asiti alımı Omega-3 yağ asitlerinin yararını baltayabiliyor.

Omega-3 ve Omega-6 yağ asitleri vücutta görevleri gereği kendi aralarında sürekli rekabet halindedirler. Omega-3, kanın akışkanlığını sağlarken, Omega-6 pıhtılaşmayı artırıyor. Omega-6, büyüme ve cilt için gerekli, Omega-3 ise sağlıklı ve uzun bir ömrün anahtarı. Aşırı Omega-6 alımı kanı pıhtılaştırmanın yanı sıra kolesterol plaklarının oluşumunu kolaylaştırıp, alerji ve iltihaba bağlı hastalıkların gelişimine yol açıyor.

Omega-3 ise tam tersini yani kanın pıhtılaşmasını, kolesterolün yükselmesini ve iltihabi hastalıkların oluşumunu engelliyor.

Omega-6 en çok bitkisel sıvıyağlarda, Omega-3 ise en çok yağlı balıklarda bulunuyor. Balıklar bu maddeyi yosun ve planktonlardan elde ediyorlar 

En bilindik Omega-3 Deposu Besinler Nelerdir?


Keten tohumu: Omega-3 yağları açısından en zengin kaynak olan keten tohumu, süper gıda olarak kabul edilir. Çoğu zaman öğütülmüş veya yağ yapmak için kullanılan bu küçük tohum kanserle mücadele, şeker isteğini azaltma, kabızlık ile mücadele ve kilo vermeyi hızlandırmada yardımcı olur. 1 çorba kaşığında 2338 mg

Chia tohumu: Yalnızca Omega-3 açısından değil, aynı zamanda vitamin, mineral ve diyet lif açısından da zengin bir yiyecektir. Kalsiyum, protein ve magnezyum yüklü bu tohum tip 2 diyabet riskini azaltır, egzersiz performansını artırır ve ayrıca beyin sağlığı açısından faydalar sağlar. 1 çorba kaşığında 2,457 mg

Avokado: Enerji değeri yüksek bir meyve olan avokado, A ve E vitaminlarinin yanında yüksek oranda B vitamini ve potasyum içerir. Cildin yenilenmesinden, kansere karşı koruyuculuğuna pek çok faydası olan avokado aynı zamanda iyi bir Omega-3 kaynağıdır. 1 porsiyonda (yarım avokado) 110 mg, 1 tam avokado'da 221 mg  

Ceviz: Her türlü harika bir yiyecek olan cevizi ister kendi başına, ister en sevdiğiniz yemeklere ve salatalara ekleyerek tüketin. Ceviz, yalnızca kalp-damar sağlığını desteklemekle kalmaz, aynı zamanda ideal kilonuzu korumanıza da yardımcı olur. Güçlü bir Omega-3 deposudur.
1 porsiyon cevizde (28 g) 2,565 mg veya 100 gramında 9079 mg

Omega-3 Takviyesini kapsül olarak da almanız mümkün. Bunun için doktorunuz ile görüşüp kullanmanızı tavsiye ederim.


Hoşça, Dostça ve Sevgi ile Kalın
Arzu BOYACI
@muhendishanimingozunden

2021-03-02

ARSUZ PAZAR-%100 DOĞAL - %100 ÇİFTÇİ

ARSUZ PAZAR-%100 DOĞAL - %100 ÇİFTÇİ

 

arsuz pazar


Organik ürünlere olan ihtiyacımız ve farkındalığımız günden güne artmakta. Pandemi, hastalıklar, değişen iklim koşulları sebebiyle gittikçe düşen yaşam kalitemiz sebebiyle artık hepimiz daha bilinçli seçimler yapıyor, bilinçli tüketici olabilmek adına daha çok araştırma yapıyoruz.

arsuz pazarMarketlerde, sosyal medyada organik ürün etiketli birçok ürün satılıyor ve tüketicinin artık 'organik' ürüne ulaşabilme imkanı çok daha fazla. Peki gerçekten katkısız, doğal, organik adı altında satılan bu ürünler, reklamı yapıldığı kadar organik oluyor mu?

Bizzat şahit olduğum fabrika yakınlarına kurulmuş çokça sözde organik çiftlik gördüm. Bu insanlar maalesef ne kadar uğraşsa da fabrika yakınlarında kurulan çiftliklerin çoğu bu fabrikaların atıkları sebebiyle kendi topraklarında bulaşa maruz kalmakta.

Benimde son zamanlarda organik etiketiyle 5-10 katına satılan ürünler fayda/fiyat olarak araştırdığım bir konuydu. Derken Hatay'ın Arsuz köyünden kendi yaptıkları ürünleri satan bu çiftçilere rastladım. Kurumsal olmadıklarını ve direk çiftçiden tüketiciye ürün sattıklarını, bu yüzden fiyatları ekonomik tuttuklarını ve amaçlarının tüketicinin organik adı altında doğru ürüne ulaşmalarını istediklerini belirttiler. Ben hem niyet hem fiyat hem de iletişim açısından kendileriyle yaptığım ilk alışverişten çok memnun kaldım ve onlara bu şekilde destek olmak istedim.

Şu anda Instagram üzerinden satış yapıyorlar. Özellikle bal, zeytinyağı ve susam tahinleri çok meşhur.
Ballarının içinde şeker bulunmamakta, bu sebeple donma, bozulma gibi bir durum yaşanmıyor, zaten katkısız ve doğal balın bozulması mümkün değil.

Sizde organik ürünleri yerinden sipariş etmeyi tercih eden biriyseniz muhakkak sayfalarını incelemenizi tavsiye ederim. Tüm ürünlerinin olduğu fiyat listesini sayfalarında bulabilirsiniz. Tek tek DM'den sormaya gerek yok, zaten bu DM'den fiyat bildirmek neden var onu hala anlayabilmiş değilim :)

Yulaf Hakkında Bilmedikleriniz

Yulaf Hakkında Bilmedikleriniz

 

yulaf

Yulafın normalde glutensiz olduğunu biliyor muydunuz? Çölyak hastalarının sadece %1’i yedikten sonra şikayet belirtiyor. Yada yulaf intoleransı olanların şikayet belirtisi oluyor. Değirmende çekilirken diğer buğdaylar ile aynı yerde çekildiği zaman çapraz bulaşma olduğun için glutenli hale geliyor. En ideali taş değirmende çekilendir. Ve bu şekilde tazeliğini 3 ay korumaktadır. Eğer tazeliğini daha uzun süre korumasını istiyorsanız buzdolabında saklamanız tavsiye ediliyor.


Yulaf (Avena), bol nişastalı taneleri (tohumları) için yetiştirilen bir tarım bitkisi. Daha çok hayvan yemi olarak kullanılan bu tahıldan son yıllarda insanların beslenmesinde de yararlanıyor. 

Yulafın beyaz, siyah, sarı, kırmızı ya da boz tohumlu, kısa ya da uzun saplı pek çok çeşidi vardır. Tarım uzmanlarının uzun yıllardır sürdürdükleri çalışmalarla değişik iklim ve toprak koşullarına uygun yulaf çeşitleri geliştirilmiştir. 

Yulaf bol miktarda nişasta ile protein, vitamin ve mineral içermektedir. Demir, selenyum, bakır, potasyum, folat, magnezyum, fosfor, kalsiyum, omega 3 ve omega 6 yağ asitleri, E ve B vitaminleri ve tabii ki lif açısından çok zengindir. Yulaf unundan hazırlanan hamur gluten içermediği için buğday unu gibi kabarmadığından ekmek yapımında kullanılmazdı. Ancak son yıllarda gluten alerjisi olanlar ekmek yapımında da Yulaf unu kullanmakta. Yulaf unundan daha çok lapa ya da gözleme gibi yiyecekler yapılır; taneleri ise özellikle kahvaltı için hazırlanan, besleyici değeri yüksek tahıl karışımlarına katılır. Yulaf eskiden buğdayın pahalı olduğu dönemlerde onun yerini almıştır. Bugün de kuzey ülkelerinde yulafın gıda ürünleri arasında küçümsenmeyecek bir yeri vardır. 

Peki Her Gün Yulaf Tüketirsek Vücudumuz da Ne Değişir?


1. Cildiniz çok daha sağlıklı olur, ışıldar ve nemini korur; egzama veya tahriş gibi enflamatuar cilt rahatsızlıklarının tedavisi için idealdir ve ayrıca sağlıklı bir cildi destekler. 

2. Kaslarınıza giden protein miktarı artar; 8 Yemek Kaşığı ya da bir porsiyon yulaf ezmesi, vücudunuzun günlük protein ihtiyacının %15'ini karşılar. Bunun yanında E vitamini, antioksidanlar, kas liflerini yenileyen glutamin alımını da sağlar.

3. Yulaf antioksidan bakımından çok zengindir, bunlardan biri 'avenanthramide' maddesidir; bu madde kaşıntıya, şişiklere ve kan basıncına iyi gelir. Ayrıca kandaki şekeri düşüren beta-glukan da vardır. Tüm bu maddelerin etkisi ise C Vitamini ile daha da zenginleşir, işte bu yüzden kahvaltıda yulaf ve portakal suyu tercih etmek çok sağlıklı bir seçimdir.

4. Yulaf size enerji verir; Yulaf ezmesi karbonhidrat bakımından zengindir ve vücuda enerji sağlar. Ayrıca sizi tok da tutacaktır.

5. Kilo vermenize yardımcı olur; düzenli olarak yulaf tüketmek, metabolizmanın hızlanmasına böylece kilo vermenize destek olur. Kahvaltıda düzenli olarak yulaf tüketmek, gün içinde fazla kalori alımını da önleyecektir. Yulafın içindeki yavaş karbonhidratlar ayrıca damak tadımızı düzenler, anksiyeteyi azaltır ve kan şekerini dengeler. İçinde bulundurduğu besin değeri sayesinde metabolizma hızlanır, yağ ve zararlı madde tutumu azalır. 

6. Kolesterol seviyesini düşürür; yulafın içindeki beta-glukan lifi, vücudun kolesterol seviyesini düşürür. Linoleik asit ve çözünebilir lifler, kandaki kötü kolesterolü ve trigliserit seviyesini düşürür, damar duvarlarında kalan yağ kalıntılarını temizler.

7. Kalp ve damar hastalıkları riskinizi düşürür; yulafta bulunan sağlıklı yağlar kalp hücresi sağlığını ve dolaşım sistemini destekler. Ayrıca yine içinde bulundurduğu antioksidanlar sayesinde damar içindeki kötü birikintilerin yaptığı hasar olasılığını azaltır.

8. Düzenli yulaf tüketmek ayrıca sindirim sisteminin de dostudur; uzmanlar günlük 25 - 35 gram arasında lifli beslenmenin sindirim sistemine olan faydası konusunda hemfikirler. Yulaf ise günlük lif ihtiyacımızın hemen hemen hepsini karşılayabilecek bir besindir.

Yulaf için en popüler tarif kahvaltı için ev yapımı Granola olacaktır sanırım. Haydi buyrun tarife 😊

Ev Yapımı Granola

Malzemeler;

  • 2 su bardağı yulaf ezmesi
  • 1 çay bardağı ceviz içi
  • 3 yemek kaşığı çiğ kaju 
  • 1 çay bardağı çiğ badem
  • 1 çay bardağı çiğ fındık
  • 5 yemek kaşığı vişne kurusu
  • 1 çay bardağı kuru üzüm (çekirdeksiz)
  • 5 yemek kaşığı dut kurusu
  • 5 yemek kaşığı kabak çekirdeği
  • 3 yemek kaşığı bal
  • 1/2 su bardağı keçiboynuzu pekmezi

Hazırlanışı;

Ceviz içi, fındık, badem ve kajuyu rondo'da iri parçacıklar olacak kadar çekin. İri parçaladığınız kuru yemişleri bir kabın içine alın. Üzerine yulaf, bal, pekmez, ve kabak çekirdeğini ekleyerek güzelce karıştırın. Yağlı kağıt serili fırın tepsisinin üzerine ince bir tabaka halinde yayın. 180 °'de önceden ısıtılmış fırında 10 dakika kadar pişirin. 10 dakikanın sonunda çıkarıp spatula ya da tahta kaşık yardımıyla iyice karıştırın.Aynı işlemi bir kez daha tekrarlayın ve 5 dakika daha pişirin. Çıkarıp karıştırarak oda sıcaklığında dinlendirin. Dinlendikten sonra içine kuru üzüm, dut kurusu ve vişne kurusunu ilave edin. Granolanız soğudukça katılaşacaktır. Bu nedenle elinizle mutlaka parçalar haline gelecek şekilde kırın.

Bir kavanozun içinde saklayabileceğiniz, sabah kahvaltılarında afiyetle tüketebileceğiniz granolanız hazır. Afiyet olsun. 😊


Hoşça, Dostça ve Sevgi ile Kalın
Arzu BOYACI
@muhendishanimingozunden

2021-02-16

Tatlandırıcılar Sandığınız Kadar Masum mu ...!?

Tatlandırıcılar Sandığınız Kadar Masum mu ...!?

tatlandırıcılar




Tatlandırıcılar Sandığınız Kadar Masum mu ...!?


Diyet yapanların yaptığı en büyük yanlışı şeker yerine tatlandırıcı kullanmaktır. Sağlıklı beslenenlerin içeceklerine tatlandırıcı eklemesine kesinlikle gerek yok.

Tatlandırıcı adı üzerinde sadece tat veren demek.  

Şişmanlık probleminiz varsa ve kilo vermek istiyorsanız bu sadece tatlandırıcı ile çözülebilecek bir sorun olmadığı gibi şeker yerine çayları tatlandırmak için 1 tatlı kaşığı bal kullanmak hem doğal hem de çok kalori sağlamaz. Fazla tatlandırıcı kullanmakta kan şekeri üzerinde olumsuz etki yaratacaktır. Bu nedenle hiç kullanmak en doğrusu olacaktır. 

Tatlandırıcıların yaptığı etkileri biliyor musunuz..!?


1. Sakarin: 

Çay şekerinden 300-400 kat fazla tatlıdır. Epitel dokuda yapısal değişikliklere neden olur. Gebelikte bebeğe geçrek birikme yaptığı için kullanımı yasaktır.

2. Aspartam: 

Çay şekerinden 180 kat fazla tatlı olduğu için düşük dozda kullanımın enerji verimine katkısı yoktur. 50 mg/kg/gün güvenilir aspartam kullanma dozajıdır.

3. Sorbitol: 

Şeker alkolü'dür. Doğal olarak sebze ve meyvelerde bulunur. Günde 30 gramdan fazla alımı hazımsızlık, gaz ve ishale neden olabilir. Şeker hastalarında kan şekerinin hızla yükselmesine neden olmaktadır.

4. Maltitol: 

Kristal yapıda bir şeker alkolüdür. Şekersiz çikolata ve çiklet yapımında diş çürüklerini önlemek için kullanılır. Katkı maddesi olarak E 965(maltitol) veya E 965 (maltitol şurubu) isimleriyle bilinir ve sükroz ile aynı hacme sahip olduğu için kesin olarak hacim veya yük tatlandırıcı olarak bilinir. Dikkat edin! Maltitol müshil bir etkisi vardır, bu yüzden Norveç ve Avustralya'da bu gıda takviyesi içeren ürünlerin ambalajında ​​bir uyarı notu vardır.  

5. Erititol: 

Düşük kalorili tatlandırıcıdır. Kolay emilir ve metabolize olmadan idrarla atılır. Sağlık üzerinde sorun yaratmaz.

6. Laktitol: 

Bir başka şeker alkolüdür. Besin endüstrisinde ciklet yapımında kullanılır.

7. Asesulfam Potasyum: 

Şekerden 130-200 kat daha fazla tatlıdır. Kansirojenik veya mutajenik etkileri olduğu ortaya çıkmıştır.

8. Siklamat: 

Şekerden 30 kat tatlıdır. Aşırı doz kullanımı dışkı yumuşaması veya ishale neden olmaktadır. Erkek farelerde yapılan çalışmalarda testislerde atrofiye neden olduğu bildirilmiştir. Yine başka çalışmada mesane tümörleri geliştiği tespit edilmiştir. 

9. Diyabetli Maltitol: 

Bu tatlandırıcı, mısır veya şekerde bulunan bir madde olan nişastadan yapılır. Sükroz tatlılığını anımsatan% 90'lık tatlı bir tadı vardır. 

10. Stevya: 

Sonuçta tüm diğer tatlandırıcılar gibi beynin tokluk merkezini baskılar; leptin ve insülin direncine neden olarak, obezite ve metabolik hastalıklara zemin hazırlar. Normal glikoz ve fruktozdan bin kat daha tatlı bileşikler içeren stevya doğal bir tatlandırıcı olmasına rağmen tüketilmemelidir. 

Doğal olduğunu düşündüğümüz doğal tatlandırıcılar işlendiği zaman içine mix ürünler ilave olduğu için doğallığı bozulmaktadır. Her zaman yapay tatlandırılardan uzak durup doğal olanları tüketmek sağlığımız açısından en doğrusu olacaktır.


Hoşça, Dostça ve Sevgi ile Kalın
Arzu BOYACI
@muhendishanimingozunden 

2021-02-03

Ne Tükettiğinizi Biliyor musunuz?

Ne Tükettiğinizi Biliyor musunuz?



market alışverişi

Ne Tükettiğinizi Biliyor musunuz?


Ve işte o önemli soru ile karşınızdayım. Günlük yaşantımızda tükettiğimiz şeylerin doğru olduğunu düşünsekte, doğru bildiğimiz yanlışlar olduğunu söylesem size ne düşünürsünüz..!? Bu makalemde sizlere işlenmiş gıdaların ne olduğundan bahsetmek istiyorum. Bazen doğal olduğunu düşünerek tükettiğimiz ürünler ne yazık doğal değiller. 

Peki bunu nasıl ayırt edeceğiz size bundan bahsedeyim.

İşlenmiş Gıda Ne Demek?

Uluslararası Gıda Bilgi Konseyi işlenmiş gıdayı, orijinal biçiminden değiştirilmiş bir besin olarak tanımlıyor. Isıtma, pastörizasyon, konserve ve kurutma işlemlerinin tümü bu tanıma tabi kabul edilir. Bazı tanımlar soğutmayı bile içerir. Dolayısıyla, doğrudan bir ağaçtan elma koparmazsak veya doğrudan bir inekten süt içmezsek, yediğimiz yiyeceklerin büyük çoğunluğu teknik olarak işlenmiş oluyor. Yapılan araştırmalar, özellikle obezite ve kanser riski de dahil olmak üzere sağlık sorunlarına neden olarak ultra işlenmiş gıdaları ortaya koyuyor.

Hazır kekler ve ekmekler, paketlenmiş tüm atıştırmalıklar, çikolata, cipsler ve gazlı içecekler aşırı işlenmiş yiyecekler olarak sınıflandırılıyor. Hazır köfteler, hazır tavuk ve balık köfteleri, hazır çorbalar, donmuş yiyecekler de aşırı işlenmiş gıdalar arasında yer alıyor. “Beş veya daha fazla bileşen içeren endüstriyel formülasyonlar” olarak tanımlanan ürünler ultra işlenmiş gıdalar olarak kabul ediliyor. 

İşlenmiş gıdaları akılda canlandırmanın en iyi yolu onları az işlenmiş ve ileri işlenmişe kadar bir ölçek üzerinde düşünmektir. Zira, yiyeceğin nasıl hazırlandığı sağlık üzerindeki faydaları bakımından büyük bir fark yaratabilir. Son çalışmalar, çok fazla ileri işlenmiş veya ‘ultra işlenmiş’ gıda tüketmenin kalp hastalıkları ile bağlantılı olduğunu ve günde dört veya daha fazla porsiyon yemenin herhangi bir nedene bağlı ölüm riskini %63 oranında artırabileceğini ortaya koymuştur. 

Bazı işlenmiş gıdalar, tadının yoğunlaşması için tuz veya şeker ilavesi ya da raf ömrünü uzatmak için kimyasal madde ilavesi gibi ekstra malzemelerin eklenmesi dolayısıyla daha sağlıksız sayılırlar.

Orta işlenmiş gıdalara genellikle tuz, şeker, baharat ve yağ gibi çeşitli malzemeler eklenmiştir. 

Tipik gıda işleme üç aşamada gerçekleşir. Bu üç aşamayı anlamak çok önemlidir, çünkü bir yemeğin ne kadar işlenmiş olduğunu ve standartlarınızın ne olduğunu bağımsız olarak belirlemenize yardımcı olabilir.

Birincil Aşama: 

“İşleme” nin ilk aşaması, gıdanın yenilebilir olduğundan emin olmayı içerir. Tahıl hasat etmek, kabuklu yemişler ve kesim tavukları birincil işleme olarak kabul edilir. Sadece bu işleme aşamasından geçen gıdalar hala “işlenmemiş” gıdalar olarak kabul edilir. 

İkincil aşama: 

İkincil adımlar daha karmaşık, bitmiş, “işlenmiş” bir ürün haline getirir. Buna pişirme, dondurma, pastörizasyon ve konserve de dahildir. 

Üçüncü Aşama:

Ultra işlenmiş yiyecekler, üreticilerin gıdalara tat vermesi, şeker, yağ ve kimyasal koruyucu madde enjekte etmesi durumudur.

İşlenmiş gıdalar içinde en çok merak edilenlerden biri makarnadır. Makarna, ev tipinden ultra işlenmişe kadar farklı şekillerde karşımıza çıkabilir. Son yıllarda giderek popülerleşen, kendine has paketlerde satılan ve üzerine sıcak suyu dökerek hızlıca tüketilebilen hazır makarnalar, ultra işlenmiştir. Tam buğday veya durum buğdayından yapılan klasik makarnalar ise - içine yağ ve şeker katılmaması şartı ile - minimal / az işlenmiş gruba dahildir. Büyüklerimizden öğrendiğimiz ev yapımı tam buğdaydan yapılmış erişteler, ev versiyonu dediğimiz grupta yer alır. 

Bununla birlikte, market raflarında, ev yapımına yakın makarnaların sayısı da giderek artmaktadır. Üreticilerin, içeriklerini ne kadar doğru yansıttığı düşünebilirsiniz, ancak belli kalite standartlarına sahip ürünlerin, içeriklerini daha doğru yansıttığını düşünebiliriz. İşlenme derecesini, ürünün etiketini okuyarak anlayabilirsiniz; aşırı işlenmiş ürünlerin daha kalabalık bir "içindekiler" listesi vardır. Yağ, şeker ilavesi varsa, o makarna, ultra işlenmiş hale gelmiş demektir. 

Etikette bulunan uzun bir bileşen listesi, ultra işlenmiş bir yiyeceği tanımanızın en kolay yoludur. Bunun Amerikan diyetinde ne kadar yaygın olduğunu inceleyen 2016 araştırması, onlara "tuz, şeker, yağlar ve yağların yanı sıra, mutfak hazırlıklarında kullanılmayan maddeleri içeren" formülasyonlar adını vermektedir. 

Diğer bir yanlış düşünce, diyet ürünlerin hepsinin sağlıklı olduğunun düşünülmesi. Mesela yapay tatlandırıcılar en büyük yapılan yanlıştır. Örneğin doğal tatlandırıcı olduğunu düşündüğünüz bir madde ürün içine girdiğinde işlem görmekte ve içine diğer tatlandırıcılar ilave edilmektedir. Buda onun doğal üründen çıkarak yapay ürün haline yani işlenmiş ürün haline dönüştürmektedir. 

Sonuç olarak evde yemek yapmak, tükettiğiniz ultra işlenmiş miktarını azaltmak için önemli gelişmedir. Evde yapabileceğimiz ürünleri dışarıdan hazır almamayı tercih ederek sağlığımızı korumalıyız.

Alışverişe tok karnına çıkmak midenizle değil aklınızla düşünmenizi ve doğru seçimler yapmanızı sağlar. Bu yüzden, bir dahaki sefere markete gitmeden önce bir alışveriş listesi hazırlamak ve gıdaların etiketini okuyarak almak size doğru karar vermekte yardımcı olabilir. 

Hoşça, Dostça ve Sevgi ile Kalın
Arzu BOYACI
@muhendishanimingozunden