HAYALLER VS HAYATLAR
Hepimiz üniversitenin ilk yıllarında
ergenliğin bize vermiş olduğu yetkiye dayanarak sonsuz hayaller
kurardık.Gerçi,o zamanlar çok anlamlıydı hayallerimiz, saçmalığını gerçek hayata
girdikten sonra anladık.
Düşünsenize, 17-18 yaşlarındasınız, resmi olarak
reşitsiniz, üniversitedesiniz. Hangi bölüm okursan oku, hayatında karşına çıkmasa
dahi tüm geometriyi ezberlemiş,fen bilimlerini görmüş,arkadaşlarınız
dilediğince gezerken siz özel hoca-dershane-okul üçgenine takılmış,ama
karşılığını almışsınız.
Hayaller de atışlar da serbestti yani,çünkü
bunu en çok siz hak etmiştiniz.ÖSS’ye hazırlık adı altında haftasonları
dershanede test çözerken,’dershaneler kalabalık,iyi olmadığı derslerde birebir
hoca tutalım’ cümlesiyle bir de haftaiçi planlarınıza ‘özel hoca’ girmişken,üniversiteden
sonra CEO olmayı hayal etmeyi meşrulaştıran aslında hayattı,çok da haksız
sayılmazdık bence.
Neyse,üniversitenin ilk yıllarında kurduğum
hayallerle hayatımı karşılaştırdım.Çünkü her nedense, 20’li yaşların sonu hep
uzak gelmişti bana.Her istediğimin gerçekleştiği yaşlardı,30’a yaklaşmıştım
daha ne olsundu. Ama işler pek öyle olmadı
1) Aileniz size çok para harcamış,bunun
karşılığını bekliyodur. Okuldaki hocalarınız en gereksiz detayları sınavda
sorarken adilmiş gibi görünmek için ‘Yönetici olduğunuzda bu bilgiler size
gerekicek’ diye sürekli gazlarlar sizi. Mezun olana kadar CEO olacağınızı hayal
edersiniz.Öyle ki,sizin başvurmanıza bile gerek yoktur,zaten şirketler
kapınızda sıra oluşturmuştur şimdiden.Siz de bir anlık gafletle havaya giriyorsunuz. E
malum 28 yaşında kesin müdür olmuşsunuzdur.Aylık geliriniz minimum 15.000
TL’dir.
Aslında gerçek hayatta hiç de öyle
değil.Biliyorum sandığınız yabancı dili zaten herkes biliyor.Çok uğraşıp
öğrendiğiniz,mesai harcadığınız ikinci dil girmek istediğiniz kurumla örtüşüyor
mu bakalım?Zaten herkes yüksek lisanslı.Yani,işe giriş hayaldeki kadar kolay
olmuyor maalesef.Zaten işsizlik had safhada,az para çok iş mantığı çerçevesinde
geçiyor yıllarınız.Mobbing olmaması büyük lüks oluyor işyerlerinde,halbuki olmazsa
olmaz bu zaten.Patron şirketlerinde tabir-i caizse,tüm yöneticiler ‘dinazor’.Torpille
girmişler,sizi beğenmez çalışanlar vardır bir de.İş hayatı gerçeklerini fark
ettikten sonra anlıyorsunuz ki;ne 28’i 38 bile genç bir yaş yöneticilik için.
2) 22 yaşında mezun olduğum düşünülürse,26
yaşımda evlenir,28 yaşımda çocuk doğururum diyordum.Zaten işe müdür olarak
başlayacağım için,kariyerime ara vermiş de sayılmazdım.6 yılda işleri
oturtur,ailemi kurardım.O sırada çocuğun üniversiteye kadar özel okul parasını da
biriktirmiş olurdum kesin.
Ama,gerçek hayat ne yazık ki bu kadar toz
pembe olmadı.Tüketim çağına yaşadığımızı düşünürsek hala romantik komedilerdeki
aşkı arayan biri olarak,kimseyi sindiremedim içime.Dolayısıyla;kaliteli
yalnızlığı seçtim.28 yaşımdayken sonunu göremediğim birisiyle
olmaktansa,kariyer hedefime odaklanmayı tercih ettim ve hayalini kurduğum çocuk
planını başka bahara erteledim.
3) Üniversite yıllarında muhtemelen yüzlerce
arkadaşınız oluyor,siz de hepsinin ömürlük dostluk olduğunu düşünüyorsunuz.Partiye
eşlik etmedi diye trip attığınız o minnoş duygular;yerini gerçek hayattaki
zorluklarda kafamı çevirdiğimde yanımda kim var? Sorusunu getiriyor ve ne yazık
ki kafanızı her çevirdiğinizde bir elin parmaklarını geçmeyecek insanlar
görüyorsunuz.Aslında bu ‘acı’ olarak nitelendirilebilecek tecrübe;size iyi
geliyor çünkü herhangi birileriyle vakit öldürmektense ‘gerçek dost’larınızı
keşfediyor ve tüm enerjinizi onlara yönlendiriyorsunuz.Sonrası mutlak güven
duygusu,ki bu insan hayatında olmazsa olmaz ihtiyaç listesinin baş sıralarında
bence.
4) Her boş vaktinizde bardan bara,konserden
konsere koşarken;kendi paranızı kazanmaya başladığınız zamanlarda ‘ya ben başka
insanlar için,ülkem için ne yaptım?’ özeleştirisiyle başbaşa kalıyorsunuz.Zaten
üniversite yıllarında haftanın 4 günü dışarı çıkmış,gece hayatını
yaşamışsanız;bu dönemde bar yerine,sevdiğiniz insanlarla muhabbet
edebileceğiniz mekanlara yöneliyorsunuz.Hiç bitmeyecek sandığınız
enerjiniz,yine bitmiyor ama,hayatın zorunlulukları çerçevesinde azalıyor.Sivil
toplum dernekleri ile tanışma da tam bu aydınlanma döneminde oluyor bence.Çünkü
17-18 li yaşlarda dünyanın sizin etrafınızda döndüğüne yemin
edebilecekken,dünyanın diğer çirkin yüzüyle karşılaşıyor;bunları iyi hale
getirebilmek için tüm gücünüzü o tarafa yöneltmeyi seçiyorsunuz.Bence
bu;büyümenin en güzel tarafı.Bir kişinin bile hayatına dokunabilmek,bugüne
kadar manevi tatminlerin en büyüğü.Mutlulukların paylaştıkça çoğaldığına tanık
olmak bile güzelken,bir de bunda sizin de katkınız olabildiğini
düşünün!üniversitede eğlence hayatına yatırdığınız paraya ‘pişmanlık’ olarak
baktığınız anlar geliyor yani.
5)Muhtemelen üniversitede baba parasıyla dolap
tıka basa doluyken,yine de ‘giyecek hiçbir şey yokken’;bu yaşlarda kaliteli ve
az parçalara yöneliyorsunuz.Kendi paranızla alışveriş yaptığınızdan,aslında
biraz da kıyamıyorsunuz (bu kısmı babamın okumamasını diliyorum :)) bir
bluz almak için bile ne kadar emek verildiğini görünce,her rengine saldıracak
şımarıklığınız kalmıyor.Malum her beyaz yakalının kabusu ‘ay sonu getirme
çabası’
6) Aileye daha düşkün oluyorsunuz.Kendi aile
kurma yaşınızın yaklaştığından mıdır,hayatın her zorluklarını gördüğünüzden
midir bilmem ama;20li yaşların başında ‘benim birsürü arkadaşım var,kimseye
ihtiyacım yok’ düşüncesi;’beni karşılıksız seven insanlar sadece ailem’
mantığına bırakıyor.Siz büyüdükçe onlar da yaş alıyor tabi.Düşkünlüğün
sebebi,geçen yılların onların yüzüne bıraktığı çizgileri izlemeniz de
olabilir.Sebebi,gerekçesi her ne olursa olsun;etrafınıza anlattıkça rahatladığınızı
sandığınız onca olayın üstesinden,hiçbir şey konuşmadan başınızı ailenizin
omzuna koyduğunuzda geldiğinizi fark ediyorsunuz.
7) Tabi büyümenin en güzel yanı;planlarınız
artıyor.Görmek istediğiniz her yeri görebiliyor,bir sürü anı biriktirebiliyorsunuz.Aile
harçlığı ile geçindiğiniz dönem,bağımlılık bir yerde sonuçta.Şimdi,bir maaş
için o kadar çalışmışken;size iyi gelebilecek yerler neresiyse oralara
gidebiliyorsunuz.Bakış açısı,kültür artışı ve güzel zamanlar bütün çabalarınıza
değiyor.
8) Bütün dünya sizin üstünüze geliyor
sanıyorsunuz,tırnağınız kırılsa hava siyaha dönüyor,en ufak bir olayda ne
yapacağınızı şaşırıyorsunuz.İşte büyümenin bir güzel tarafı daha : ‘gerçekten
hiç önemli değil’ cümlesi.Artık sizi üzen olayların ciddileştiği dönemde,onunla
başa çıkmayı ustalıkla öğrenmiş hale geliyorsunuz.O kadar ki;mutsuzken yataktan
çıkmayan siz;yaşadığınız üzücü olaydan sonra bile etrafa gülücükler saçmaya
devam ediyorsunuz.Çünkü görülüyor ki,insan kendi yarasını kendi sabilir
ancak.Ve üzüldüğü her an,kendi hayatından çalınıyor aslında.Zaman,en değerli
hazine.Gerçekten vaktimi buna haracamaya değer mi?Benden önemli mi?
Aslında daha birsürü madde ekleyebilirim,ama
özetlemek istedim.Hayallerimle hayatım denk gelemedi bir türlü belki ama ben
çok keyif aldım her yaşımdan.Ve büyüdükçe gördüm ki;olayları yaşında
yaşamazsan;sonrası büyük bir felaket.Hep o içinde kalmışlık.Belki o zamanki
hedeflerime yetişemedim. Ceo olamadım mesela,ya da aile kuramadım ama;güzel
vakitler geçirdim.Tecrübelerim arttı,mutluluğun esas nedeninin kendim olduğunu
fark ettim,özsaygım arttı.Güzel dostluklar
biriktirdim;güldüğüm,öğrendiğim,sıkıldığımda kaçabildiğim limanlar arttı.Ben
olmaktan vazgeçmedim,saygı çemberim arttı.
Yaşım kaç olusa olsun;bence zamanı iyi
değerlendirdim.Keşkelerinizin az olduğu nice yaşlarınız olsun.
Aşkım da değişebilir, gerçeklerim de.
Pırıl pırıl dalgalı bir denize karşı
Yangelmişim dizboyu sulara,
Hepinize iyi niyetle gülümsüyorum,
Hiçbirinizle döğüşemem.
Siz ne derseniz deyiniz
Benim bir gizli bildiğim var,
Sizin alınız al inandım,
Sizin morunuz mor inandım,
Ben tam dünyaya göre,
Ben tam kendime göre,
Ama sizin adınız ne?
Benim dengemi
bozmayınız...
Turgut
Uyar
Pelinsu Beril Arslan