Unutmadan Söylemeliyim: Beslenme
Beslenme etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Beslenme etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2022-03-24

AFLATOKSİN

AFLATOKSİN

 Aflatoksin

aflatoxin


Son yıllarda oldukça sık duyduğumuz Aflatoksin, günlük yaşantımızda  her yerde karşılaştığımız  küflerden  bazılarının, ürettikleri birçok kimyasal maddelerden biridir.  Bu kimyasal maddeler arasında bazıları insanlarda ve hayvanlarda hastalığa neden olduğu için bir tür zehir özelliği taşımaktadır ve aflatoksin de bunlardan biridir. Aflatoksin kelimesi de, onu yapan küfün adından (Aspergillus flavus) ve zehir anlamına gelen "toksin" kelimesinden türetilmiştir.  Bu madde, bir çok organın yanı sıra esas olarak karaciğer üzerinde etkili olmakta ve giderek karaciğer kanserine yol açmaktadır. Bu etki, genetik çalışmalarla son yıllarda kesin olarak kanıtlanmıştır. Ayrıca birçok ülkede yapılan çalışmalar, karaciğer kanserine yakalanan insan sayısı ile, tükettikleri aflatoksinli gıda arasında yakın bir ilişki olduğunu göstermiştir.

Peki Aflatoksin Nasıl Oluşur?

Bir gıda maddesinde aflatoksinin oluşması için ilk koşul, bu toksini yapan küfün sporlarının gıda maddesine bulaşması; en önemli ikinci koşul ise, gıdanın kendisinin ve bulunduğu ortamın, bu küf sporlarının çimlenerek  çoğalmasını sağlayacak şartlara sahip olmasıdır.  Küfün veya sporlarının insan sağlığına çoğu kez herhangi bir olumsuz etkisi olmamasına karşın,  ürettikleri maddelerin bir kısmı zararlıdır ve bu maddelerin birçoğu yüksek sıcaklık  ile ortadan kaybolmamaktadır. Küflerin üreyebildigi her gıda maddesinde aflatoksin veya benzeri başka bir zehirli maddenin meydana gelmesi ihtimali yüksektir.

Aflatoksin yapan küflerin üremesi için 25-35 °C sıcaklığa ve %70'in üzerinde nispi neme (veya gıda maddesine 0,70'in üzerinde su aktivitesine) ihtiyaç vardır.  Küflerin nemli ve sıcak ortamlarda geliştiği herkes tarafından bilinmektedir.
Dört çeşit aflatoksin mevcut:  B1, B2, G1 ve G2 çeşitleri bulunuyor ancak toksik etki gösterenlerin yalnızca B1 ve G1 olduğu belirtiliyor.  Ayrıca süt ürünlerine M1 ve M2 formunda aflatoksinlere de rastlanıyor. M1 ve M2, diğer toksin türlerinin, hayvanlar tarafından sistemlerinde vücutta işlenmesi sonucu oluşuyor.   Güçlü bir kanserojen olan B1, yer fıstığı, pamuk tohumu küspesi, mısır ve diğer tahıllarda bulunuyor. Bu nedenle çoğunlukla hayvan yemlerinde karşımıza çıkıyor. İnsanlarda görülen karaciğer kanserinde önemli rol üstlendiğine inanılıyor. Beslenme aracılığıyla insanlara ulaşan aflatoksin B1, temel gıdalarda bile görülebiliyor. Özellikle sıcak ve nemli ortamlarda varlık gösteriyor. Hayvan yemlerinde yüksek oranda AFB1 bulunması yavruları zehirleyebildiği gibi maddenin sütte çıkmasına da neden oluyor.  Aflatoksin G1: Laboratuvar ortamında, UV ışığı altında test edildiğinde yeşil floresan vermesiyle B1’den ayrışıyor. B toksinlerinden farklı olarak bileşenleri arasında lakton bulunan G1 türü toksinler, biyolojik aktiviteden daha nadiren sorumlu tutuluyor. Yani toksik olsa da aflatoksin zehirlenmelerinde daha nadiren G1 türüyle karşılaşılıyor. 

Aflatoksin Belirtileri Nelerdir?

Hemen aklınıza gelen soru nasıl anlayabiliriz dediğinizi duyar gibiyim.  Aflatoksin'e maruz kalındığında hem insanlarda hemde hayvanlarda, hafif seyredebilen semptomlar olduğu gibi bazı vakalarda ani ölüm gelişebiliyor.

İnsanlarda görülen belirtiler şöyle;
  • Ayaklarda ödem ve şişkinlik
  • Karın ağrısı
  • Şişkinlik
  • Kusma
  • Karaciğerde büyüme
  • Akciğerde ödem
  • Kalp yetmezliği
  • Karaciğerde nekroz ve yağlanma
  • Hipoglisemi
  • Ölüm
Dünyada görülen vakarın birçoğu tedavi edilerek normal yaşamına geri dönüyor. Ölümün yoğun temas halinde ve nadiren yaşandığını belirtmek gerekir.

Hemen aklınıza gelen soru Aflatoksin Hangi Gıdalarda Bulunur?

Aflatoksinler yerfıstığı ve fındık, antepfıstığı gibi diğer yenilebilir kabuklu yemişlerde ve ürünlerinde, kuru meyvelerde, baharatlarda ve tahıllarda bulunmaktadır.
Süt ve süt ürünleri de kontamine hayvan yemi kullanımı sonucu aflatoksin içerir.
Aflatoksini gözle ayırt etmek  imkansız. Sadece laboratuvar testleri yapılarak gıdaların aflatoksin içerip içermediği anlaşılabiliyor. Ayrıca, bir gıdanın aflatoksin içermesi için illa küflü olması da gerekmiyor. Aflatoksin içeren yem tüketen hayvanların sütünde, etinde de bu maddeye rastlanıyor. Buna bağlı olarak, tüketilen birçok süt ürününde aflatoksin bulunuyor. Benzer şekilde sulu tarımla yetiştirilen birçok tahılda da aflatoksin bulunması maalesef engellenemiyor. Hasat öncesinde ve depolama sırasında tahıla bulaşıp çoğalabilir. En az % 7 rutubet ve yüksek sıcaklık da bitkiler için zararlıdır. Tahıl (pirinç, mısır, buğday, ince ve süpürge darı), yağlı tohumlar (pamuk, soya fasulyesi, yer fıstığı, ayçiçeği), baharat (kırmızı biber, kara biber, kişniş, zerdeçal, zencefil) ve kuru yemiş (badem, Antep fıstığı, ceviz, Hindistan cevizi, brezilya cevizi) sıklıkla etkilenenlerdir. Bunlarla beslenen hayvanların sütünde de aynı zehre rastlanabilir.

Gelelim  Aflatoksin Nasıl Yok Edilebilir?

Kurutma ve uygun depolama şartlarının sağlanması gerekiyor. Soğuk hava depolarının kullanımı küflenmenin önüne geçiyor.
UV ışınlarıyla kontrol ve laboratuvar testlerinin yapılması sonucu ürünlerin imha edilmesi salgının önüne geçebiliyor.
Endüstriyel tesislerde yüksek hassasiyete sahip kameralar, LED ışıklandırmalar kullanılıyor. Son teknoloji ayırma makineleri, küflü parçaları sağlıklı olanlardan ayırıyor. 
Evde aflatoksini önleme yolları ise şöyle sıralanıyor:
Gıdaları, rutubetsiz ve kuru yerlerde saklamalısınız.
Yaş ürünleri uzun süre saklayacaksanız muhakkak iyice kurutmalısınız.
Pul biber gibi aflatoksin içerebilecek gıdaları buzdolabında saklamalısınız. Buzdolabının sıcaklığı toksin üremesi için uygun olmadığından önlem olarak sayılıyor.
Küflü gıdaları kesinlikle tüketmemeli, çöpe atmalısınız.
Açık kuruyemiş ve baharat almaktan kaçınmalı, güvenilen markaların kapalı paketteki ürünlerini tercih etmelisiniz.
Aynı şekilde, çiğ süt yerine  süt ürünlerinde güvenilen markaları seçmeli ve tüketmelisiniz. 
Aflatoksin’in  insanda genotoksik ve kanserojen etkisi olduğunu unutmayın. Bu yüzden lütfen siz de tedbirinizi alın.

Hoşça, Dostça ve Sevgi ile Kalın
Arzu BOYACI
@muhendishanimingozunden  

2022-02-07

Çikolatanın içinde Gluten var mı?

Çikolatanın içinde Gluten var mı?

çikolata gluten


Çikolatanın içinde Gluten var mı?

Sanırım çikolata herkes için lezzet ve mutluluk  patlaması diyebiliriz. Çikolatanın ana maddesi kakao. Kakao ağaçlarından üretilen bu ham maddenin ilk zamanlarda şeker kamışı, bal ve tarçın gibi besinlerle karıştırılarak tatlandırıldığı biliniyor. Ancak şimdilerde üretilen çikolatalar da ise kakaonun şeker, süt ve süt ürünleriyle işlenmesi ile o lezzetli çikolata tadının ortaya çıkmasını sağlıyorlar.

Gelelim merak ettiğiniz soruya, çikolata gluten içeriyor mu?

Evet çikolata çeşitlerinin pek çoğuna, gluten içeren katkı maddeleri  eklenebiliyor. Yada bazı üreticiler de  üretim aşamasındaki çapraz bulaşmalardan dolayı, çikolataya az da olsa gluten bulaşabiliyor. Yani Kakao çekirdekleri arpa, buğday, çavdar gibi glutenli besinler ile aynı ortamda işlendiğinde, glutenin kakao çekirdeklerine bulaşma olasılığı bulunuyor (Buna çapraz bulaşma diyoruz). 

Bunun yanında
Çikolataların raf ömrünü uzatabilmek adına içerisine eklenen ek maddelerde de eser miktarda gluten bulunabiliyor.
Ham madde olan kakao'da gluten bulunmadığından, piyasada glutensiz çikolata çeşitlerini bulmanız mümkün. Dolayısıyla; özellikle de gluten'e karşı hassasiyeti olan kişilerin, üzerinde “glutensiz” ibaresi bulunan ve glutensiz sertifikası bulunan çikolataları tercih etmeleri gerekiyor.
 
Biter Çikolata %45-59 Kakao (Kaynak :USDA)

Besin Değeri 100 Gram'da

Kalori: 545 kcal        
Toplam Yağ: 31 gr
Doymuş Yağ: 19 gr
Trans Yağ: 0.1gr
Karbonhidrat: 61 gr   
Diyet Lifi : 7 gr
Şeker: 48 gr
Protein: 4.9gr
Kolesterol : 8 mg
Kafein:43 mg
A Vitamini: 10.0 IU
C Vitamini: 0.0 mg
Sodyum:24 mg
Potasyum: 559 mg
Kalsiyum: 56 mg
Demir : 8 mg
B6 Vitamini: 0.0 mg
Kobalamin : 0,2 µg
D Vitaminini: 0.0 mg
Magnezyum: 146 mg

Sonuç olarak mümkün olduğunca az katkı maddesi olan ürünleri tüketmek sağlığımız için önemli. Her zaman sorduğum gibi Ne tükettiğinizi biliyor musunuz...!?

Hoşça, Dostça ve Sevgi ile Kalın
Arzu BOYACI
@muhendishanimingozunden

2021-06-10

Melisa Çayı

Melisa Çayı

 

melisa çayı

Melisa Çayı

Son yılların popüler bitki çaylarından biri. Benim de uzun süredir tükettiğim bir çay, ancak benim bahçemde Limonlu Melisa Çayı mevcut. Her yaz kış için kurutup kullanıyorum. Hemen aklınıza gelen soru bu çayın bir faydası olup olmadığı, kesinlikle çok faydası var diyebilirim.  Melisa çayı kovan otu ya da limon nanesi gibi farklı isimlerle de anıldığı için belki sizde bu çayı daha önce tüketmiş olabilirsiniz. Günde bir fincan Melisa çayı içerek ruhunuzu dinlendirip, sakinleştirici özelliğinden yararlanabilirsiniz. Peki Melisa çayı nasıl demlenir Ve faydaları nelerdir? İşte sizin için hazırladığım makalem.

Melisa özellikle bitki çayı severler için çok iyi bir seçenektir. Melisa bitkisinin yapraklarından elde edilen bu çay insan sağlığı için oldukça faydalıdır. Melisa çayı, sedatif etkisi nedeniyle insanları rahatlattığı ve ruhsal huzur verdiği bilinmektedir. Melisa bitkisi sinirsel kökenli çarpıntılarda, hafif depresyon, sıkıntı ve streste rahatlatıcı rol oynamaktadır.. Günde 1-2 fincan melisa çayı içerek bu faydalarından yararlanabilirsiniz.


MELİSA ÇAYI FAYDALARI

Melisa çayı hem ruhsal hem bedensel rahatsızlıklara iyi geldiği için faydası birçok bitki çayının faydalarının toplamına eşittir. 
- Uçuk, yara, sinek ısırığı ve kızarıklık gibi basit cilt problemlerini iyileştir.
- Çayı içildikten sonra kişiyi sakinleştirebilir.
- Sindirim ve boşaltım sistemine de ciddi faydalar sağlar. Karın-mide ağrısı ve ishalin tedavisine yardımcı olur. 
- Gaz sancısı çekenler tarafından tüketildiğinde ağrıları giderebilir.
- Huzurlu bir ruh haline kavuşturabilir.
- Geceleri bir fincan melisa çayı tüketmek, kişiyi rahatlatabilir ve uykuya hazırlayabilir.

- Konsantrasyon artırıcı etkisi bulunduğu için hafızayı güçlendirebilir.
- Doğal ağrı kesici özelliği bulundurur.
- Maske olarak cilde uygulandığı zaman güneşin olumsuz etkilerine karşı korur.
- Cilt lekelerini onarmanıza yardımcı olabilir.
- Cilt ya da saç derisinde oluşabilen egzama, mantar gibi birçok soruna çözümdür. Antiseptik özellikleri sayesinde bunlarla savaşır.
- Gözeneklerin temizlenmesini, ciltte nem dengesinin sağlanmasını kolaylaştırır.
- Sivilce oluşumları en aza indirir.
Böcek ve sinek ısırıklarına karşı etkilidir.
- Alzheimer hastalığına yakalanma riskini azaltır.

- Kaşıntı ve kızarıklıkların hızlı geçmesini sağlar.
- Stres gerginlik, depresyon gibi sorunların geçmesini sağlar.
- Grip, nezle gibi hastalıkların hızla iyileşmesini sağlar.
- Yüksek tansiyon problemi yaşayanlara iyi gelir.
- Kalp ve damar hastalığına yakalanma riskini azaltır.
- Antiseptik (mikrop kırıcı) özelliği bulunmaktadır.
- Vücudu kuvvetlendirerek bitkinlik ve halsizlikleri giderir.
- Hazmı kolaylaştırır.
- İçerdiği yağ yakıcı moleküller sayesinde kilo almayı engelleyen melisa çayı diyetisyenler tarafından önerilen bir çay türüdür. Fakat burada dikkat edilmesi gereken melisa çayı zayıflatır diye günde 3 fincan ya da daha fazla tüketim yapmamaktır.
Bitki çaylarının fazlası oldukça zararlıdır ve kesinlikle önerilmez.

MELİSA ÇAYI NASIL DEMLENİR?

Bir demliğe bir su bardağı suyu koyun. Suyu kaynatın. Su kaynama noktasından 10-15 derece sıcaklığı düşünce bir tutam Melisa yaprağını ya da otunu demliğin içine bırakın. Yaklaşık 5 dakika demlemeye bırakın. Daha sonra bir süzgeç yardımı ile süzüp bardağa aktarın. Sade bir şekilde için. Yani yanına bal, pekmez gibi farklı bir besin türü eklemeden sade bir şekilde için. Bitkilerin farklı bileşenlerle tepkimeye gireceğini ve insan sağlığına zararlı olabileceğini unutmayın. Bu yüzden sade içmenizi tavsiye ederim.  Uykusuzluk problemi yaşayanlar yatmadan 20 dakika önce Melisa çayını içebilirler. Adet ağrıları için ağrının yoğun olduğu süreçte ılık bir şekilde tüketilebilir. Sabah aç karna içmek tavsiye edilmez.

MELİSA ÇAYI ZARARLARI...!

Günlük 1-2 fincandan fazla melisa çayı içerseniz melisa çayının zararını görebilirsiniz. Melisa çayının yanında başka bir şey tüketmek uzmanlar tarafından önerilmemektedir. İçerisindeki bileşenler farklı bir madde ile tepkimeye girerek insan vücuduna zarar verebilir. Kronik hastalığı olanlar oldukça  dikkat etmeli ve doktorunuza danışmadan kullanmamanızı tavsiye ederim.

Hoşça, Dostça ve Sevgi ile Kalın

Arzu BOYACI
@muhendishanimingozunden 

2021-03-15

OMEGA 3 Hakkında Merak Ettikleriniz...

OMEGA 3 Hakkında Merak Ettikleriniz...

 


omega


Büyük küçük herkesin sıklıkla kullandığı Omega-3 hakkında merak ettikleriniz hakkında işte detaylar;

Omega-3 yağları, tıpkı Omega-6 yağları gibi doymamış yağ asitleri grubuna dahil olan yağ asitleridir. Omega-3, insan vücudu tarafından üretilemez, bu yüzden dışarıdan alınması gerekir. Omega-3 ihtiyacı genel olarak anne karnında başlar ve yaşlılık dönemi de dahil olmak üzere her evrede görülür.

Peki Omega-3 alımının faydaları nelerdir?

· Kan trigliseridleri: Omega-3 takviyeleri kan lipitlerini önemli ölçüde azaltır.
· Kanser: Omega-3 bakımından zengin yiyecekler tüketmek ve kolon, prostat ve meme kanseri riskinin azalması arasında ilişki bulunur.
· Karaciğer yağlanması: Omega-3 yağ asidi takviyesi kullanmak, karaciğerinizdeki fazla yağdan kurtulmanıza destek olur.
· Depresyon ve kaygı: Balık yağı gibi omega-3 takviyesi almak, depresyon ve kaygıya dair şikayetleri azaltmaya yardımcıdır.
· İltihap ve ağrı: Omega-3'ler, romatoid artrit gibi bazı hastalıkların belirtilerini hafifletir. Ayrıca adet ağrısını hafifletmede de etkisi görülmüştür.
· Hiperaktivite: Hiperaktivitesi olan çocuklarda, omega-3 takviyeleri farklı türde semptomları önemli ölçüde azaltır.
· Astım: Omega-3'ler çocuklarda ve genç yetişkinlerde astımın önlenmesinde de fayda gösterir.
· Bebek gelişimi: Hamilelik ve emzirme döneminde alınan DHA, bebeğinizin zeka gelişimine ve göz sağlığına önemli ölçüde yarar sağlar.
· Demans: Bazı çalışmalar, daha yüksek oranda omega-3 alımının, Alzheimer hastalığını önlediği ve bunama riskini azalttığını gösterir.
· Kalp hastalıkları için de çeşitli risk faktörlerini de iyileştirir.   

Kimler Omega-3 kullanmalı?

  • Kalp rahatsızlıkları olanlar
  • Okul çağındaki çocuklar
  • Hamileler (doktor kontrolünde)
  • Menopoza girmiş kadınlar
  • Kolesterolü yüksek olanlar
  • Diyabet hastaları
  • Daha sağlıklı yaşlanmak isteyenler
  • 30 yaşını geçmiş kişiler

Omega-3 ile Omega-6 arasındaki fark nedir?


Gerek Omega-3 gerekse Omega-6 yağ asitlerinin dengeli alımı, sağlığımız için temel olan ideal kan dolaşımını sağlıyor. Ayrıca beynin gelişimine, sağlıklı büyümeye ve bağışıklık sisteminin güçlenmesine yardımcı oluyor. Cildin nemini koruyarak, genç görünmesine ve tüm cilt hücrelerinin işlevlerini düzenlenmesine yardımcı oluyor.

Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından önerilen ideal denge, her 5-10 gram Omega-6 yağ asidine karşılık 1 gram Omega-3 yağ asidi şeklinde. Aşırı Omega-6 yağ asiti alımı Omega-3 yağ asitlerinin yararını baltayabiliyor.

Omega-3 ve Omega-6 yağ asitleri vücutta görevleri gereği kendi aralarında sürekli rekabet halindedirler. Omega-3, kanın akışkanlığını sağlarken, Omega-6 pıhtılaşmayı artırıyor. Omega-6, büyüme ve cilt için gerekli, Omega-3 ise sağlıklı ve uzun bir ömrün anahtarı. Aşırı Omega-6 alımı kanı pıhtılaştırmanın yanı sıra kolesterol plaklarının oluşumunu kolaylaştırıp, alerji ve iltihaba bağlı hastalıkların gelişimine yol açıyor.

Omega-3 ise tam tersini yani kanın pıhtılaşmasını, kolesterolün yükselmesini ve iltihabi hastalıkların oluşumunu engelliyor.

Omega-6 en çok bitkisel sıvıyağlarda, Omega-3 ise en çok yağlı balıklarda bulunuyor. Balıklar bu maddeyi yosun ve planktonlardan elde ediyorlar 

En bilindik Omega-3 Deposu Besinler Nelerdir?


Keten tohumu: Omega-3 yağları açısından en zengin kaynak olan keten tohumu, süper gıda olarak kabul edilir. Çoğu zaman öğütülmüş veya yağ yapmak için kullanılan bu küçük tohum kanserle mücadele, şeker isteğini azaltma, kabızlık ile mücadele ve kilo vermeyi hızlandırmada yardımcı olur. 1 çorba kaşığında 2338 mg

Chia tohumu: Yalnızca Omega-3 açısından değil, aynı zamanda vitamin, mineral ve diyet lif açısından da zengin bir yiyecektir. Kalsiyum, protein ve magnezyum yüklü bu tohum tip 2 diyabet riskini azaltır, egzersiz performansını artırır ve ayrıca beyin sağlığı açısından faydalar sağlar. 1 çorba kaşığında 2,457 mg

Avokado: Enerji değeri yüksek bir meyve olan avokado, A ve E vitaminlarinin yanında yüksek oranda B vitamini ve potasyum içerir. Cildin yenilenmesinden, kansere karşı koruyuculuğuna pek çok faydası olan avokado aynı zamanda iyi bir Omega-3 kaynağıdır. 1 porsiyonda (yarım avokado) 110 mg, 1 tam avokado'da 221 mg  

Ceviz: Her türlü harika bir yiyecek olan cevizi ister kendi başına, ister en sevdiğiniz yemeklere ve salatalara ekleyerek tüketin. Ceviz, yalnızca kalp-damar sağlığını desteklemekle kalmaz, aynı zamanda ideal kilonuzu korumanıza da yardımcı olur. Güçlü bir Omega-3 deposudur.
1 porsiyon cevizde (28 g) 2,565 mg veya 100 gramında 9079 mg

Omega-3 Takviyesini kapsül olarak da almanız mümkün. Bunun için doktorunuz ile görüşüp kullanmanızı tavsiye ederim.


Hoşça, Dostça ve Sevgi ile Kalın
Arzu BOYACI
@muhendishanimingozunden

2021-03-02

ARSUZ PAZAR-%100 DOĞAL - %100 ÇİFTÇİ

ARSUZ PAZAR-%100 DOĞAL - %100 ÇİFTÇİ

 

arsuz pazar


Organik ürünlere olan ihtiyacımız ve farkındalığımız günden güne artmakta. Pandemi, hastalıklar, değişen iklim koşulları sebebiyle gittikçe düşen yaşam kalitemiz sebebiyle artık hepimiz daha bilinçli seçimler yapıyor, bilinçli tüketici olabilmek adına daha çok araştırma yapıyoruz.

arsuz pazarMarketlerde, sosyal medyada organik ürün etiketli birçok ürün satılıyor ve tüketicinin artık 'organik' ürüne ulaşabilme imkanı çok daha fazla. Peki gerçekten katkısız, doğal, organik adı altında satılan bu ürünler, reklamı yapıldığı kadar organik oluyor mu?

Bizzat şahit olduğum fabrika yakınlarına kurulmuş çokça sözde organik çiftlik gördüm. Bu insanlar maalesef ne kadar uğraşsa da fabrika yakınlarında kurulan çiftliklerin çoğu bu fabrikaların atıkları sebebiyle kendi topraklarında bulaşa maruz kalmakta.

Benimde son zamanlarda organik etiketiyle 5-10 katına satılan ürünler fayda/fiyat olarak araştırdığım bir konuydu. Derken Hatay'ın Arsuz köyünden kendi yaptıkları ürünleri satan bu çiftçilere rastladım. Kurumsal olmadıklarını ve direk çiftçiden tüketiciye ürün sattıklarını, bu yüzden fiyatları ekonomik tuttuklarını ve amaçlarının tüketicinin organik adı altında doğru ürüne ulaşmalarını istediklerini belirttiler. Ben hem niyet hem fiyat hem de iletişim açısından kendileriyle yaptığım ilk alışverişten çok memnun kaldım ve onlara bu şekilde destek olmak istedim.

Şu anda Instagram üzerinden satış yapıyorlar. Özellikle bal, zeytinyağı ve susam tahinleri çok meşhur.
Ballarının içinde şeker bulunmamakta, bu sebeple donma, bozulma gibi bir durum yaşanmıyor, zaten katkısız ve doğal balın bozulması mümkün değil.

Sizde organik ürünleri yerinden sipariş etmeyi tercih eden biriyseniz muhakkak sayfalarını incelemenizi tavsiye ederim. Tüm ürünlerinin olduğu fiyat listesini sayfalarında bulabilirsiniz. Tek tek DM'den sormaya gerek yok, zaten bu DM'den fiyat bildirmek neden var onu hala anlayabilmiş değilim :)

Yulaf Hakkında Bilmedikleriniz

Yulaf Hakkında Bilmedikleriniz

 

yulaf

Yulafın normalde glutensiz olduğunu biliyor muydunuz? Çölyak hastalarının sadece %1’i yedikten sonra şikayet belirtiyor. Yada yulaf intoleransı olanların şikayet belirtisi oluyor. Değirmende çekilirken diğer buğdaylar ile aynı yerde çekildiği zaman çapraz bulaşma olduğun için glutenli hale geliyor. En ideali taş değirmende çekilendir. Ve bu şekilde tazeliğini 3 ay korumaktadır. Eğer tazeliğini daha uzun süre korumasını istiyorsanız buzdolabında saklamanız tavsiye ediliyor.


Yulaf (Avena), bol nişastalı taneleri (tohumları) için yetiştirilen bir tarım bitkisi. Daha çok hayvan yemi olarak kullanılan bu tahıldan son yıllarda insanların beslenmesinde de yararlanıyor. 

Yulafın beyaz, siyah, sarı, kırmızı ya da boz tohumlu, kısa ya da uzun saplı pek çok çeşidi vardır. Tarım uzmanlarının uzun yıllardır sürdürdükleri çalışmalarla değişik iklim ve toprak koşullarına uygun yulaf çeşitleri geliştirilmiştir. 

Yulaf bol miktarda nişasta ile protein, vitamin ve mineral içermektedir. Demir, selenyum, bakır, potasyum, folat, magnezyum, fosfor, kalsiyum, omega 3 ve omega 6 yağ asitleri, E ve B vitaminleri ve tabii ki lif açısından çok zengindir. Yulaf unundan hazırlanan hamur gluten içermediği için buğday unu gibi kabarmadığından ekmek yapımında kullanılmazdı. Ancak son yıllarda gluten alerjisi olanlar ekmek yapımında da Yulaf unu kullanmakta. Yulaf unundan daha çok lapa ya da gözleme gibi yiyecekler yapılır; taneleri ise özellikle kahvaltı için hazırlanan, besleyici değeri yüksek tahıl karışımlarına katılır. Yulaf eskiden buğdayın pahalı olduğu dönemlerde onun yerini almıştır. Bugün de kuzey ülkelerinde yulafın gıda ürünleri arasında küçümsenmeyecek bir yeri vardır. 

Peki Her Gün Yulaf Tüketirsek Vücudumuz da Ne Değişir?


1. Cildiniz çok daha sağlıklı olur, ışıldar ve nemini korur; egzama veya tahriş gibi enflamatuar cilt rahatsızlıklarının tedavisi için idealdir ve ayrıca sağlıklı bir cildi destekler. 

2. Kaslarınıza giden protein miktarı artar; 8 Yemek Kaşığı ya da bir porsiyon yulaf ezmesi, vücudunuzun günlük protein ihtiyacının %15'ini karşılar. Bunun yanında E vitamini, antioksidanlar, kas liflerini yenileyen glutamin alımını da sağlar.

3. Yulaf antioksidan bakımından çok zengindir, bunlardan biri 'avenanthramide' maddesidir; bu madde kaşıntıya, şişiklere ve kan basıncına iyi gelir. Ayrıca kandaki şekeri düşüren beta-glukan da vardır. Tüm bu maddelerin etkisi ise C Vitamini ile daha da zenginleşir, işte bu yüzden kahvaltıda yulaf ve portakal suyu tercih etmek çok sağlıklı bir seçimdir.

4. Yulaf size enerji verir; Yulaf ezmesi karbonhidrat bakımından zengindir ve vücuda enerji sağlar. Ayrıca sizi tok da tutacaktır.

5. Kilo vermenize yardımcı olur; düzenli olarak yulaf tüketmek, metabolizmanın hızlanmasına böylece kilo vermenize destek olur. Kahvaltıda düzenli olarak yulaf tüketmek, gün içinde fazla kalori alımını da önleyecektir. Yulafın içindeki yavaş karbonhidratlar ayrıca damak tadımızı düzenler, anksiyeteyi azaltır ve kan şekerini dengeler. İçinde bulundurduğu besin değeri sayesinde metabolizma hızlanır, yağ ve zararlı madde tutumu azalır. 

6. Kolesterol seviyesini düşürür; yulafın içindeki beta-glukan lifi, vücudun kolesterol seviyesini düşürür. Linoleik asit ve çözünebilir lifler, kandaki kötü kolesterolü ve trigliserit seviyesini düşürür, damar duvarlarında kalan yağ kalıntılarını temizler.

7. Kalp ve damar hastalıkları riskinizi düşürür; yulafta bulunan sağlıklı yağlar kalp hücresi sağlığını ve dolaşım sistemini destekler. Ayrıca yine içinde bulundurduğu antioksidanlar sayesinde damar içindeki kötü birikintilerin yaptığı hasar olasılığını azaltır.

8. Düzenli yulaf tüketmek ayrıca sindirim sisteminin de dostudur; uzmanlar günlük 25 - 35 gram arasında lifli beslenmenin sindirim sistemine olan faydası konusunda hemfikirler. Yulaf ise günlük lif ihtiyacımızın hemen hemen hepsini karşılayabilecek bir besindir.

Yulaf için en popüler tarif kahvaltı için ev yapımı Granola olacaktır sanırım. Haydi buyrun tarife 😊

Ev Yapımı Granola

Malzemeler;

  • 2 su bardağı yulaf ezmesi
  • 1 çay bardağı ceviz içi
  • 3 yemek kaşığı çiğ kaju 
  • 1 çay bardağı çiğ badem
  • 1 çay bardağı çiğ fındık
  • 5 yemek kaşığı vişne kurusu
  • 1 çay bardağı kuru üzüm (çekirdeksiz)
  • 5 yemek kaşığı dut kurusu
  • 5 yemek kaşığı kabak çekirdeği
  • 3 yemek kaşığı bal
  • 1/2 su bardağı keçiboynuzu pekmezi

Hazırlanışı;

Ceviz içi, fındık, badem ve kajuyu rondo'da iri parçacıklar olacak kadar çekin. İri parçaladığınız kuru yemişleri bir kabın içine alın. Üzerine yulaf, bal, pekmez, ve kabak çekirdeğini ekleyerek güzelce karıştırın. Yağlı kağıt serili fırın tepsisinin üzerine ince bir tabaka halinde yayın. 180 °'de önceden ısıtılmış fırında 10 dakika kadar pişirin. 10 dakikanın sonunda çıkarıp spatula ya da tahta kaşık yardımıyla iyice karıştırın.Aynı işlemi bir kez daha tekrarlayın ve 5 dakika daha pişirin. Çıkarıp karıştırarak oda sıcaklığında dinlendirin. Dinlendikten sonra içine kuru üzüm, dut kurusu ve vişne kurusunu ilave edin. Granolanız soğudukça katılaşacaktır. Bu nedenle elinizle mutlaka parçalar haline gelecek şekilde kırın.

Bir kavanozun içinde saklayabileceğiniz, sabah kahvaltılarında afiyetle tüketebileceğiniz granolanız hazır. Afiyet olsun. 😊


Hoşça, Dostça ve Sevgi ile Kalın
Arzu BOYACI
@muhendishanimingozunden

2021-02-16

Tatlandırıcılar Sandığınız Kadar Masum mu ...!?

Tatlandırıcılar Sandığınız Kadar Masum mu ...!?

tatlandırıcılar




Tatlandırıcılar Sandığınız Kadar Masum mu ...!?


Diyet yapanların yaptığı en büyük yanlışı şeker yerine tatlandırıcı kullanmaktır. Sağlıklı beslenenlerin içeceklerine tatlandırıcı eklemesine kesinlikle gerek yok.

Tatlandırıcı adı üzerinde sadece tat veren demek.  

Şişmanlık probleminiz varsa ve kilo vermek istiyorsanız bu sadece tatlandırıcı ile çözülebilecek bir sorun olmadığı gibi şeker yerine çayları tatlandırmak için 1 tatlı kaşığı bal kullanmak hem doğal hem de çok kalori sağlamaz. Fazla tatlandırıcı kullanmakta kan şekeri üzerinde olumsuz etki yaratacaktır. Bu nedenle hiç kullanmak en doğrusu olacaktır. 

Tatlandırıcıların yaptığı etkileri biliyor musunuz..!?


1. Sakarin: 

Çay şekerinden 300-400 kat fazla tatlıdır. Epitel dokuda yapısal değişikliklere neden olur. Gebelikte bebeğe geçrek birikme yaptığı için kullanımı yasaktır.

2. Aspartam: 

Çay şekerinden 180 kat fazla tatlı olduğu için düşük dozda kullanımın enerji verimine katkısı yoktur. 50 mg/kg/gün güvenilir aspartam kullanma dozajıdır.

3. Sorbitol: 

Şeker alkolü'dür. Doğal olarak sebze ve meyvelerde bulunur. Günde 30 gramdan fazla alımı hazımsızlık, gaz ve ishale neden olabilir. Şeker hastalarında kan şekerinin hızla yükselmesine neden olmaktadır.

4. Maltitol: 

Kristal yapıda bir şeker alkolüdür. Şekersiz çikolata ve çiklet yapımında diş çürüklerini önlemek için kullanılır. Katkı maddesi olarak E 965(maltitol) veya E 965 (maltitol şurubu) isimleriyle bilinir ve sükroz ile aynı hacme sahip olduğu için kesin olarak hacim veya yük tatlandırıcı olarak bilinir. Dikkat edin! Maltitol müshil bir etkisi vardır, bu yüzden Norveç ve Avustralya'da bu gıda takviyesi içeren ürünlerin ambalajında ​​bir uyarı notu vardır.  

5. Erititol: 

Düşük kalorili tatlandırıcıdır. Kolay emilir ve metabolize olmadan idrarla atılır. Sağlık üzerinde sorun yaratmaz.

6. Laktitol: 

Bir başka şeker alkolüdür. Besin endüstrisinde ciklet yapımında kullanılır.

7. Asesulfam Potasyum: 

Şekerden 130-200 kat daha fazla tatlıdır. Kansirojenik veya mutajenik etkileri olduğu ortaya çıkmıştır.

8. Siklamat: 

Şekerden 30 kat tatlıdır. Aşırı doz kullanımı dışkı yumuşaması veya ishale neden olmaktadır. Erkek farelerde yapılan çalışmalarda testislerde atrofiye neden olduğu bildirilmiştir. Yine başka çalışmada mesane tümörleri geliştiği tespit edilmiştir. 

9. Diyabetli Maltitol: 

Bu tatlandırıcı, mısır veya şekerde bulunan bir madde olan nişastadan yapılır. Sükroz tatlılığını anımsatan% 90'lık tatlı bir tadı vardır. 

10. Stevya: 

Sonuçta tüm diğer tatlandırıcılar gibi beynin tokluk merkezini baskılar; leptin ve insülin direncine neden olarak, obezite ve metabolik hastalıklara zemin hazırlar. Normal glikoz ve fruktozdan bin kat daha tatlı bileşikler içeren stevya doğal bir tatlandırıcı olmasına rağmen tüketilmemelidir. 

Doğal olduğunu düşündüğümüz doğal tatlandırıcılar işlendiği zaman içine mix ürünler ilave olduğu için doğallığı bozulmaktadır. Her zaman yapay tatlandırılardan uzak durup doğal olanları tüketmek sağlığımız açısından en doğrusu olacaktır.


Hoşça, Dostça ve Sevgi ile Kalın
Arzu BOYACI
@muhendishanimingozunden 

2021-02-03

Ne Tükettiğinizi Biliyor musunuz?

Ne Tükettiğinizi Biliyor musunuz?



market alışverişi

Ne Tükettiğinizi Biliyor musunuz?


Ve işte o önemli soru ile karşınızdayım. Günlük yaşantımızda tükettiğimiz şeylerin doğru olduğunu düşünsekte, doğru bildiğimiz yanlışlar olduğunu söylesem size ne düşünürsünüz..!? Bu makalemde sizlere işlenmiş gıdaların ne olduğundan bahsetmek istiyorum. Bazen doğal olduğunu düşünerek tükettiğimiz ürünler ne yazık doğal değiller. 

Peki bunu nasıl ayırt edeceğiz size bundan bahsedeyim.

İşlenmiş Gıda Ne Demek?

Uluslararası Gıda Bilgi Konseyi işlenmiş gıdayı, orijinal biçiminden değiştirilmiş bir besin olarak tanımlıyor. Isıtma, pastörizasyon, konserve ve kurutma işlemlerinin tümü bu tanıma tabi kabul edilir. Bazı tanımlar soğutmayı bile içerir. Dolayısıyla, doğrudan bir ağaçtan elma koparmazsak veya doğrudan bir inekten süt içmezsek, yediğimiz yiyeceklerin büyük çoğunluğu teknik olarak işlenmiş oluyor. Yapılan araştırmalar, özellikle obezite ve kanser riski de dahil olmak üzere sağlık sorunlarına neden olarak ultra işlenmiş gıdaları ortaya koyuyor.

Hazır kekler ve ekmekler, paketlenmiş tüm atıştırmalıklar, çikolata, cipsler ve gazlı içecekler aşırı işlenmiş yiyecekler olarak sınıflandırılıyor. Hazır köfteler, hazır tavuk ve balık köfteleri, hazır çorbalar, donmuş yiyecekler de aşırı işlenmiş gıdalar arasında yer alıyor. “Beş veya daha fazla bileşen içeren endüstriyel formülasyonlar” olarak tanımlanan ürünler ultra işlenmiş gıdalar olarak kabul ediliyor. 

İşlenmiş gıdaları akılda canlandırmanın en iyi yolu onları az işlenmiş ve ileri işlenmişe kadar bir ölçek üzerinde düşünmektir. Zira, yiyeceğin nasıl hazırlandığı sağlık üzerindeki faydaları bakımından büyük bir fark yaratabilir. Son çalışmalar, çok fazla ileri işlenmiş veya ‘ultra işlenmiş’ gıda tüketmenin kalp hastalıkları ile bağlantılı olduğunu ve günde dört veya daha fazla porsiyon yemenin herhangi bir nedene bağlı ölüm riskini %63 oranında artırabileceğini ortaya koymuştur. 

Bazı işlenmiş gıdalar, tadının yoğunlaşması için tuz veya şeker ilavesi ya da raf ömrünü uzatmak için kimyasal madde ilavesi gibi ekstra malzemelerin eklenmesi dolayısıyla daha sağlıksız sayılırlar.

Orta işlenmiş gıdalara genellikle tuz, şeker, baharat ve yağ gibi çeşitli malzemeler eklenmiştir. 

Tipik gıda işleme üç aşamada gerçekleşir. Bu üç aşamayı anlamak çok önemlidir, çünkü bir yemeğin ne kadar işlenmiş olduğunu ve standartlarınızın ne olduğunu bağımsız olarak belirlemenize yardımcı olabilir.

Birincil Aşama: 

“İşleme” nin ilk aşaması, gıdanın yenilebilir olduğundan emin olmayı içerir. Tahıl hasat etmek, kabuklu yemişler ve kesim tavukları birincil işleme olarak kabul edilir. Sadece bu işleme aşamasından geçen gıdalar hala “işlenmemiş” gıdalar olarak kabul edilir. 

İkincil aşama: 

İkincil adımlar daha karmaşık, bitmiş, “işlenmiş” bir ürün haline getirir. Buna pişirme, dondurma, pastörizasyon ve konserve de dahildir. 

Üçüncü Aşama:

Ultra işlenmiş yiyecekler, üreticilerin gıdalara tat vermesi, şeker, yağ ve kimyasal koruyucu madde enjekte etmesi durumudur.

İşlenmiş gıdalar içinde en çok merak edilenlerden biri makarnadır. Makarna, ev tipinden ultra işlenmişe kadar farklı şekillerde karşımıza çıkabilir. Son yıllarda giderek popülerleşen, kendine has paketlerde satılan ve üzerine sıcak suyu dökerek hızlıca tüketilebilen hazır makarnalar, ultra işlenmiştir. Tam buğday veya durum buğdayından yapılan klasik makarnalar ise - içine yağ ve şeker katılmaması şartı ile - minimal / az işlenmiş gruba dahildir. Büyüklerimizden öğrendiğimiz ev yapımı tam buğdaydan yapılmış erişteler, ev versiyonu dediğimiz grupta yer alır. 

Bununla birlikte, market raflarında, ev yapımına yakın makarnaların sayısı da giderek artmaktadır. Üreticilerin, içeriklerini ne kadar doğru yansıttığı düşünebilirsiniz, ancak belli kalite standartlarına sahip ürünlerin, içeriklerini daha doğru yansıttığını düşünebiliriz. İşlenme derecesini, ürünün etiketini okuyarak anlayabilirsiniz; aşırı işlenmiş ürünlerin daha kalabalık bir "içindekiler" listesi vardır. Yağ, şeker ilavesi varsa, o makarna, ultra işlenmiş hale gelmiş demektir. 

Etikette bulunan uzun bir bileşen listesi, ultra işlenmiş bir yiyeceği tanımanızın en kolay yoludur. Bunun Amerikan diyetinde ne kadar yaygın olduğunu inceleyen 2016 araştırması, onlara "tuz, şeker, yağlar ve yağların yanı sıra, mutfak hazırlıklarında kullanılmayan maddeleri içeren" formülasyonlar adını vermektedir. 

Diğer bir yanlış düşünce, diyet ürünlerin hepsinin sağlıklı olduğunun düşünülmesi. Mesela yapay tatlandırıcılar en büyük yapılan yanlıştır. Örneğin doğal tatlandırıcı olduğunu düşündüğünüz bir madde ürün içine girdiğinde işlem görmekte ve içine diğer tatlandırıcılar ilave edilmektedir. Buda onun doğal üründen çıkarak yapay ürün haline yani işlenmiş ürün haline dönüştürmektedir. 

Sonuç olarak evde yemek yapmak, tükettiğiniz ultra işlenmiş miktarını azaltmak için önemli gelişmedir. Evde yapabileceğimiz ürünleri dışarıdan hazır almamayı tercih ederek sağlığımızı korumalıyız.

Alışverişe tok karnına çıkmak midenizle değil aklınızla düşünmenizi ve doğru seçimler yapmanızı sağlar. Bu yüzden, bir dahaki sefere markete gitmeden önce bir alışveriş listesi hazırlamak ve gıdaların etiketini okuyarak almak size doğru karar vermekte yardımcı olabilir. 

Hoşça, Dostça ve Sevgi ile Kalın
Arzu BOYACI
@muhendishanimingozunden

2021-01-23

Uzak Durmamız Gereken 11 Gıda Katkı Maddesi!!!

Uzak Durmamız Gereken 11 Gıda Katkı Maddesi!!!





gıda katkı maddeleri


Bir Çoğumuz aldığımız ürünlerin üzerindeki etiketleri ne yazık ki okumuyor. Peki bu etiketler bize ne anlatıyor. Paketli gıdalar da o kadar çok katkı maddesi var ki bunların hiç birini bilmeden tüketiyoruz.

Gıdaların üzerinde “Hiçbir koruyucu madde içermez” yazısı “Hiçbir katkı maddesi yoktur” 
anlamına gelmiyor ne yazık ki Örneğin: “Hiçbir koruyucu madde içermez” diye etiketlenen hazır 
çorbalarda MSG (Mono Sodyum Glutamat) adlı lezzet arttırıcı katkı maddesi bulunuyor. Halk arasında MSG Çin tuzu olarak biliniyor.

Bu katkı maddelerinin bir çoğu Gıda ambalajları üzerinde kodlar ile simgelendiriliyor. Kesinlikle bunların hepsi sağlık açısından zararlı hatta bazıları çok daha zararlı.

Bunların içinde kesinlikle dikkat etmemiz gereken 10 katı maddesi nedir? Size onlardan bahsedeyim.

1.Monosodyum Glutamat (MSG) ya da: E621

MSG lezzet arttırıcı bir eksitoksindir. Eksitoksin, hücreleri aşırı uyarır. Bu da hücrelerin 
zarar görmesine ve ölmesine neden olur.

Yol açtığı hastalıkları şöyle sıralayabiliriz: merkezi sinir sistemi tahribatı ve buna bağlı  olarak Alzheimer, Parkinson, Huntington hastalıkları, sara (epilepsi), retinal dejenerasyon (göz retina tabakası hasarı), yağ birikimi, doyma mekanizmasında bozukluk, obezite, büyüme hormonu baskılanması, pankreas hasarı, ensülinde artış ve buna bağlı olarak diyabet; ayrıca böbrek ve karaciğerde hasar yaratır. Baş ağrısı, bulantı, ishal, terleme, göğüste sıkışma, boyun arkasında yanma gibi belirtiler ortaya çıkabilir.

Piyasada tüm cipslerde MSG var; hatta güvenli ve doğal olduğunu iddia edenlerde bile. Uzakdoğu yemeklerinde (Çin ve Japon mutfağı) çoğu soya sosunda, hazır çorbalarda, hazır soslarda, hazır gıdaların hemen hepsinde, gofretlerde, bazı katı yağlarda yaygın olarak kullanılıyor.

Etiketlerde glutamin, glutamat, MSG ve monosodyum glutamat olarak yer alan bu zehir, tatlı-tuzlu her türlü yiyeceğin lezzetini arttırdığı için gıda üreticileri tarafından bolca kullanılıyor. Tehlikeleri halk tarafından bilinmeye başladığından beri bazı üreticiler etikette E621 yazarak gerçeği saklama yoluna gidiyor.

2. Yüksek Fruktoz Mısır Şurubu: F85

Kötü kolesterol seviyenizi (LDL) hızla yükseltir ve diyabet hastalığının oluşmasında rol oynar. Kansızlık, kalp büyümesi ve obeziteye de neden olur. Hipertansiyon, kanda ürik asit seviyesinde artış, böbrek taşı, gut ve kanser gibi bir çok hastalığa sebep olmaktadır.  
Ketçap, krema, kola, gazoz, şekerleme, hazır çorba, çikolata, gofret, puding, hazır kek gibi özellikle çocukların sıkça tükettikleri gıda değeri olmayan besinlerde bolca kullanılır.
 

3. Glikoz Şurubu: G37

Glikoz şurubu ise mısır nişastasından elde edilmektedir. Glikoz şekerinin, dekstroz, maltoz, maltotrioz ve yüksek şekerlerin belirli oranlarda karıştırılmış halidir.1 gramı yaklaşık 4 kkal’dir ve boş enerji kaynağıdır. Mısır nişastasından elde edildiği için mısır şurubu veya nişasta bazlı şeker (NBŞ) olarak da adlandırılır.

Glikoz şurubu gıdalarda, tatlandırma, yumuşatma, hacim kazandırma, kristalleşmeyi önleme, nem tutma gibi özellikleri için kullanılmaktadır.   

Glikoz şurubu, Kolalı-gazlı içecekler, Hazır sebze suları, Şekerlemeler, Çikolata, gofretler ve barlar, Dondurma çeşitleri, Kek, kurabiye, bisküvi gibi hamur işleri, reçel, marmelat, krem çikolata ve ezmeler, Bebek mamaları, Sütlü tatlılar, şerbetli tatlılar, Mayonez ve salata sosları, Salamuralar, işlenmiş hazır gıdalar.

Glikoz şurubu kullanılarak üretilmiş hazır gıdaları tükettiğimizde, ilk önce vücudumuzun şeker dengesi bozulur. Devamında hormon dengesi zarar görür ve ileriye doğru kansere yol açabilmektedir. Araştırmalara göre, glikoz şurubu kanserli hücreleri beslemektedir. 

Astıma, multi sikleroza sebep olur. Karaciğeri büyüten etkisi tespit edilmiştir. İnsülin dengesini alt üst ederek çok fazla yağ depolanmasının ve aşırı kilo alımının sorumlusudur. Böbreklere de olumsuz etkileri saptanmıştır. Taş oluşmasına sebep olmakla kalmayıp, patolojik değişikliklerin meydana gelmesine etkendir. Böbrek yetmezliğinden sorumlu tutulmaktadır. Alzheimer hastalığı riskini artırır. Östrojen ve testosteron gibi hormonların salgılanma miktarını artırabileceği savunulmaktadır. Bakır ve krom eksikliği başta olmak üzere vücudun mineral dengesini bozabilir. Karaciğer ile yağ sentezine katılarak, kalp-damar hastalıklarının oluşmasına katkı sağlar. 

Glikoz şurubu ambalajlı ürünlerin etiketinde, içindekiler kısmında aşağıdaki isimlerle karşımıza çıkabilir.
G37 – Glikoz Şurubu (DE-37)
G40 – Glikoz Şurubu (DE-40)
G58 – Glikoz Şurubu (DE-60)
G95 – Glikoz Şurubu (DE min 97)
M50 – Yüksek Maltoz Şurubu
M38 – Maltoz Şurubu
Yüksek Fruktozlu Glikoz Şurubu (HFCS) 

4. Aspartam (Nutrasweet ve Equal olarak da biliniyor): E951

Suni tatlandırıcılar gıda değil kimyasaldır. Aspartam başlangıçta böcek öldürücü olarak imal edilmişti.
Tüm diğer gıda ve gıda katkı maddelerinin toplamından daha fazla yan etkisi vardır.
Baş ağrısı, baş dönmesi, unutkanlık, eklem ağrısı, bulantı, uyuşukluk, kas spazmları, şişmanlık, depresyon, korku atakları, huzursuzluk, konvülsiyon, uykusuzluk, görme kaybı, işitme kaybı, kulak çınlaması, yorgunluk, tat kaybı, Parkinson, çarpıntı, nefes darlığı, cilt döküntüleri, MS (Multipıl Sıkleroz) gibi hastalıkların yanı sıra beynin işleyiş sürecini yavaşlatır, kanseri tetikler.

Özellikle zayıflamak için suni tatlandırıcı kullananların bilmesi gereken önemli bir etki de metabolizmayı yavaşlatarak aslında daha fazla yağ biriktirmeye neden olması. On binden fazla gıda maddesinde ve ilaçlar da kullanılıyor.

5. Trans Yağ: 

Trans yağlar ya da trans yağ asitleri, doymamış yağ grubunda yer alır. Trans yağlar hayvan vücudunda doğal olarak üretilebileceği gibi endüstriyel yollarla da üretilebilir. Doğal yolla üretilen trans yağlar, bazı hayvanların sindirim sistemindeki bakterilerce sentezlenir ve bu hayvanlardan yapılan hayvansal gıdalarda az miktarda trans yağ bulunabilir. Süt ürünlerde bulunan toplam yağın yaklaşık %2-8'ini trans yağlar oluştururken et çeşitlerinde bu oran %3-9 arasındadır. Doğal yollarla üretilen ve hayvansal gıdalardan alınan trans yağ az miktardadır ve sağlık açısından ciddi bir risk oluşturmaz. Yapay yolla üretilen trans yağlar, sıvı haldeki bitkisel yağların hidrojenle doyurularak daha katı hale gelmesiyle elde edilir.  

Trans yağ, kötü kolesterol (LDL) seviyesini yükseltir. Kalp krizi, kalp rahatsızlığı ve inme 
riskini ciddi ölçüde arttırır.

Trans yağlar bağışıklık sistemini zayıflatır, ensülin direncini arttırır, Tip 2 diyabet gelişimi için risk oluşturan bir durumdur. karaciğeri ve üreme 
sistemini etkiler. Gebelerde düşüğe, doğum ağırlığına neden olur ve anne sütünün kalitesini 
bozar. Hücre zarına da zarar verir.

Trans yağlar sürülebilir kahvaltılık yağlarda, margarinlerde, katı ve kızartma yağlarında, hazır hayvansal gıdalarda, bunlara bağlı olarak, kızartılmış gıdalarda, fırıncılık ve pastacılık ürünlerinde, tart, pasta, ekmek, bisküvi, pizza hamuru, kek, çikolata, gofret, cips, salata sosları, hamur işi, kraker, hazır köfte, tatlılar, dondurma, Patates kızartması, çıtır tavuk gibi fast foodlar, katı yağlar ve birçok fırınlanmış yiyecekte bulunur. Ayrıca bir çok restorant daha ucuz olduğu için bu yağı kullanmakta. 

Gıda etiketlerinde “hidrojenize yağ” içerdiği belirtiliyorsa bunun anlamı trans yağ 
içerdiğidir.
 

6. Sodyum Sülfit: E250

Etiketlerde E250 koduyla yer alan raf ömrü uzatıcı koruyucu madde işlenmiş et ürünlerinin (şarküteri) vazgeçilmezi olarak bilinir. Özellikle çocukların bolca tükettiği tost, pizza gibi ürünlerde kullanılan sosis, salam, sucuk, pastırma gibi işlenmiş etlerde bulunur. Hazır baharat ve köfte karışımlarında da bulunur.

Sülfit duyarlılığı olanlarda baş ağrısı, nefes problemleri, kaşıntı yaratır. Nadir durumlarda da olsa ölüme bile neden olabiliyor. Pankreas kanserini yüzde 67, lösemi riskini yüzde 700 oranında arttırıyor. Başta kolon kanseri olmak üzere her çeşit kanseri tetikliyor. Çocuklarda beyin tümörü oluşturuyor.
Sodyum nitrit; özellikle cenin, bebek ve çocuklar için tehlikelidir.

Sodyum Sülfit ambalajlı ürünlerin etiketinde, içindekiler kısmında aşağıdaki isimlerle karşımıza çıkabilir: E220, E222, E223, E224, E225 ile E249, E251, E252 

7. Sodyum Nitrat/ Sodyum Nitrit: E250 / E251

Bu raf ömrü uzatıcı koruyucu madde işlenmiş gıdaların bir başka vazgeçilmezi. Değişik kanser türleriyle bağlantısı var. Kullanım alanları ve zararları sodyum sülfit ile benzerlik taşıyor. Nitrat ve nitrit ürünün çeşidine göre farklı baharatların eklenmesi ürünün renk, doku, tat, aroma ve lezzet gibi özelliklerinin iyileştirilmesi ve dayanıklılığının arttırılması, ayrıca etlerde kötü koku oluşmasını engellemek amacıyla kullanılmaktadır. Temel bir katkı maddesi olan nitrit, et ürünlerinde karakteristik kürlenmiş et renginin, lezzet ve doku özelliklerinin geliştirilmesi ve özellikle Clostridium botulinum başta olmak üzere hastalık yapıcı (patojen) mikroorganizmaların öldürülmesi ve oksijen ile oluşan acılaşmanın engellenmesi için uzun yıllardır kullanılmaktadır. Ete katılan katkı maddeleri insan sağlığı açısından gıdalara izin verildiği miktarda ilave edilmelidir. İşlenmiş et ürünlerinde bulunan nitrat ve nitrit gibi katkı maddeleri özellikle izin verilen dozun üzerinde kullanıldığında ve dolayısıyla bu dozda tüketildiğinde; kansere, hafıza kaybına ve beyinlerinde hasara neden olabilirler. 

Tüketiciler, öğünlerden önce C ve E vitaminleri gibi koruyucu antioksidan kullanarak sodyum nitritin kanser oluşturma etkisini azaltmaya yardımcı olabilirler. Ancak, bilinen bir gerçektir ki vitaminler %100 koruyucu olamazlar. Bunun yanında çaresiz ve bilgisiz durumda olan tüketiciyi böyle bir riskle karşıkarşıya getirmeye kimsenin hakkı olmamalıdır .

8. Sülfür Dioksit: SO2

Sülfür içeren katkı maddelerinin Amerika’da çiğ sebze ve meyvelerde kullanılması yasak. Yani bunun zehir olduğu gerçeğini daha fazla görmezden gelemeyince çiğ gıdadan çıkarmışlar.

Yan etkilerinin içinde bronş problemleri, düşük kan basıncı ve anaflaktik şok var. Sülfitler göğüste sıkışma, kurdeşen, karında kramp, ishal, kan basıncı düşmesi, başta yanma hissi, halsizlik, nabız hızlanması gibi bulgulara neden olur. Ayrıca sülfitler, bunlara duyarlı astımlılarda astım atağını tetikleyebiliyor. Gıda koruyucusu olarak ve fermente içeceklerde kullanılır. Fırınlanmış ürünler, çaylar, çeşniler, deniz ürünleri, reçeller, jöleler, kurutulmuş meyveler, meyve suları, konserve ve suyu alınmış sebzeler, dondurulmuş patates ve çorba karışımlarında ve içeceklerde bulunur. Birçok restoranın salata barında yüksek düzeyde sülfit mevcuttur.

9. Potasyum Bromat: E924

Bu katkı maddesi, ekmek yapımında ve unlu mamullerde hacmi arttırmak ve ekmeğin rengini beyazlatmak için kullanılıyor. Hayvanlarda kansere neden olduğu biliniyor, ayrıca az miktarlar da bile insanlarda tehlikeli olabileceği saptanmıştır. ABD ve Japonya dışında bütün dünyada kullanımı yasaklanmış bir maddedir. Türk Gıda Kodeksi’nde yasaklı olan kanserojen “benzoil peroksit” ve “potasyum bromat” maddeleri unlu mamullerde kaçak olarak ne yazık ki kullanılmaya devam ediyor.

Bazı un üreticiler, irmik altı diye adlandırılan kalitesiz unlara kanserojen etkisi yüzünden katılması yasak olan benzol peroksit ve potasyum bromat gibi bazı katkı maddelerini ekleyerek, rengini beyazlatıyor ve ekmeklik unmuş gibi fırınlara pazarlıyor. 

Bu kimyasalın aldığınız ekmek de olup olmadığını anlamak için ekmeğe çakmak tutulduğunda ekmeğin benzin dökülmüş gibi alev almasına yol açıyorsa, mutlaka kullanılmış demektir. Bu nedenle Beyaz ekmekten uzak kalmamızda yarar var. 

10. BHA ve BHT:

Bütilat Hidroksi Anizol (BHA) ve Bütilat Hidroksi Toluen (BHT) adlı koruyucu maddeler , beyninizin sinir ağını etkiliyor, davranış değişikliklerini ve kanseri tetikliyor.

Katı ve sıvı yağların bozulmasını, küflenmesini önlemek için kullanılıyor. Tahıl ve tahıl ürünlerinde, sakızlarda, bitkisel yağlarda, patates cipslerinde, tazeliğini muhafaza etmek için bazı paketlenmiş gıda maddelerinde kullanılmaktadır.
 

11. Gıda Boyaları:

Yaygın olarak gıdalarda gıda boyası kullanılmakta. Yapay gıda boyaları çocuklarda davranış bozukluklarına ve önemli ölçüde IQ seviyesinin düşmesine yol açıyor. Hazır gıdalarda bol bol kullanılıyor. Sayıları o kadar çok ki 
her birinin zararlarını burada yazmak inanın çok zor sanırım sayfalarca sürer. Sakarya Üniversitesi'nin yaptığı araştırmada gıda boyasının fazla doz alımında DNA hasarına neden olduğu saptandı.

Size midenizi bulandıracak bir örnek verecek olursam. Carmine (E120) adında bir gıda boyası var. 
Özellikle salam sucuk ve sosislerin canlı, kırmızı rengini vermekte kullanılıyor. Ev yapımı  sucukların kahverengi olmasına karşın hazır sucukların o iştah açıcı görüntüsünü sağlıyor. Bu boya, bir çeşit bitten elde ediliyor. Şeker ve çikolata üretiminde tekstil boyaları kullanan firmalar bile var.

Tükettiğiniz gıdaların ambalaj etiketlerinde:
  • Sunset yellow (E110)
  • Tartrazin ( E102)
  • Karmoisine (E122)
  • Panceau (E124)
  • Quinoline (E104)
  • Allura red (E129)
  • Sodyum Benzoat (E211)
gibi katkı maddeleri içerdiğini görüyorsanız dikkatli olun derim.

Meyve ezmelerinde, gazlı içeceklerde, hazır pudinglerde, toz kremalarda, çorbalarda, soslarda, dondurmada, tatlılarda, sakızda, jellerde, marmelatlarda, meyveli yoğurtlarda, reçellerde, ketçap, mayonez ve hardalda bu tür boyalar bulunuyor.

Bundan sonrasında etiketleri daha iyi okuyup bu ürünlerden umarım uzak durursunuz. 

Hoşça, Dostça ve Sevgi ile Kalın
Arzu BOYACI
@muhendishanimingozunden