Unutmadan Söylemeliyim

2018-06-11

Parayla oyun olur

Parayla oyun olur


Tasarruf konusunu daha önce Mahmut’ta ayrıntısıyla incelemiştik. Evet, uzun süreli, kafa yormalı, kendini keşfetmeli bir süreç aslında; ama kısa vadede de bir şeyler yapabiliriz. Bunu yaparken de bir şeyler başarmış gibi hissedebilir, içimizdeki çocuğa ufak oyunlar oynatabilir, ne bileyim işte, eğlenirken biriktirebiliriz. Belki. Amacımız bu.
Bu işin en zevkli yöntemi, belli bir süre için kendine para biriktirme / harcamama sınırları koymak, bunu da oyun olarak yapmak. Yabancıların “challenge” dediği mereti biz oyun ilan ettik. Örneklerle açıklıyor, zihninizi bir süre kur takibinden uzaklaştırmayı umuyoruz.
Para biriktirme oyunları
Bu oyunlar günlük, haftalık veya aylık olabiliyor. Meraklısı internetlerde (özellikle pinterest) onlarca örnek bulabilir. Birkaç popüler oyun aşağıda:
  1. 52 haftada 1,378 lira: yılın ilk haftası 1 lira, ikincisi haftası 2 lira, üçüncü haftası 3 lira… şeklinde bir yıl boyunca her hafta kumbaranıza para koymak.
  2. 52 haftada 689 lira: üsttekinin benzeri; ama bu light versiyonda ayırdığınız miktarı 50 kuruş artırarak ilerliyorsunuz; 50 kuruş-1 lira-1,5 lira… şeklinde.
  3. 30 günde 465 lira: Aynı işlemi bu sefer günlük yapıyorsunuz; ayın ilk günü 1lira, ikinci günü 2 lira, üçüncü günü 3… şeklinde tatlı tatlı birikiyor. Tabii ayın başında 1 lira atıp sonunda 20*30 lira atmak zor olabilir; onun için bunu ilk gün 30, ikinci gün 29… şeklinde tersten de yapabilirsiniz.
  4. 12 ayda 1,050 lira: ilk ay 25 lira, ikinci ay 50lira, üçüncü ay 75… şeklinde hazirana kadar (150) artırıyorsunuz. Sonra temmuzdan itibaren 150-100-75… şeklinde azaltarak yılı bitiriyorsunuz. Vergi dilimleri gerçeğiyle dost bir oyun.
  5. Her gün bozukluk: Özellikle ailelere uygun, bir nevi “aç kapıyı bezirganbaşı” oyunu. Eve giren herkes en az 1 lira olmak şartıyla bir kumbaraya cebindeki bozuklukları veya en küçük kağıt parayı atıyor. Hafta sonları için cumadan 5 lira atabilirsiniz.  Net bir toplama çıkmıyor; ama maksat birbirini denetlemek. Süresi size kalmış; ama çocuklar anca 1 ay dayanır gibi geliyor bana.
Para harcamama oyunları
doğru harcama yapmak

Bu oyunlar öncesi kendinize sanal/ gerçek bir kumbara oluşturmak güzel olabilir. Tek başınıza iradenizi sınayabilir veya arkadaşlarınızla yapıp birbirinizi denetleyebilirsiniz. Ben seçenekleri listeliyorum, kendi harcama zaafınıza uygun olanı seçin. Kolaydan başlamayın, tabii ki. Mızıkçıları sevmeyiz.
  1. Kozmetik/ Giysi alışverişi: hiçbir şey almamak – makyaj pamuğu, aseton filan da dahil. Aklınıza geldiği an almadığınız her şeyin miktarını hoop kumbaraya. Elbette kronik alışverişi sorunu olanlar için. Bunun devamında “indirim sezonunda hiçbir şey almamak / promosyonlu ürün almamak” filan da yapılabilir. Bakalım tam fiyatı ödeyince de alıyor musunuz, yoksa sizinki indirim FOMO’su mu?
  2. Hafta içi dışarda(n) yemek: Buna ofis öğle yemekleri, sabah simitleri, akşam yemeksepeti siparişleri, her şey dahil. Evet efendim, yemeksepeti dedim, ben ne dediğimi biliyorum. Harcamadığınız her şeyi yine kumbaraya.
  3.  Hafta sonu dışarda yemek: Bunu bir öncekinden ayırdım, çünkü ilki genellikle tembellikten yapılıyor, buysa tamamen eğlence amaçlı. Bu oyunumuzda uslu uslu yemeğimizi evde halledip arkadaşlarla öyle sosyalleşiyoruz. Paramız kumbaramızda kalıyor.
  4. Kahve-çay-abur cubur: evet ofiste tek bi zevkiniz var ama 1 ay eksik olsa aramazsınız. O üç beş on liraları hoop kumbaraya alıyoruz.
  5. Taksi: İstanbullulardan deneyen çıktı mı bilmiyorum, 1 ay beceren varsa tebrik ederim. taksi kullanmadığınız mesafelerin tutarını bitaksiden filan bakıp hoop kumbaraya. Arabası olanlar da bunu benzine üzerinden yapabilir; kullanımı yarıya indirmek, hafta içi hiç kullanmamak gibi.
  6. İçki: akşam yemeğinize bir kadeh şarap, konserinize buzlu bir cin tonik, futbol maçınıza bir şişe bira eşlik etmesin mi? etsin tabii; ama sonra. Bu oyunda ya sıfırlıyorsunuz (Ramazan vakti gayet kolay da olabilir bu) ya da sınırlıyorsunuz (her seferde tek bir kadeh, gibi). bildiniz, parası kumbaraya.
  7. Kitap, ekitap, bilgisayar oyunu, app, albüm vs: damlaya damlaya biriken, alışverişi sırasında çok anlamlı gelen, almaya bahane bulduğunuz her şey. hoop kumbara. Buna ücretli konser, sergi vb etkinlikleri de ekleyebilirsiniz.
  8. Sıfır harcama günleri: haftada birkaç gün, toplu ulaşım dahil tek kuruş harcamadığınız günler yapmak. Bunu evden çıkmadan da becerebilirsiniz tabii; ama amacımız o değil.
  9. Oyuncak: çocuğu veya evcil hayvanı olanlar bundan şikayet edebiliyor. Plastik şişe kapağıyla oynasınlar efendim, siz kendi orucunuza bakın bi süre.
  10. Reyon yasağı: Bir süpermarkette en belalınız olan reyonu (kimi için peynir, kimi için bisküvi) bir ay boyunca unutmak. Bunu mağaza olarak da düşünebilirsiniz; kimine iddiaa bayii, kimine Gratis. Yasak, evet. Semtine uğramayacaksınız.
  11. Login yasağı: Online alışverişçiler, sizi de unutmadım. 1 ay süreyle, online (veya mobil) alışverişi yasağı. bunu yapabilmek için her yerden logout olmak, kart detaylarınızı vs silmek ve bildiniz, bir ay boyunca login olmamak. O tek tıkla alışveriş komforunuzu bitiriciiz. Getir, kapgel vb uygulamalar da dahil, mızıkçılık yok.
***
Bu oyunlar tamamen iradeyle ilgili ve kendini bazı ezberlenmiş alışkanlıklardan mahrum bırakmayı gerektiriyor. Kolay gibi gelse de, özellikle günlük olanlar bir yerde birkaç kez bozulabiliyor. O yüzden, cezadan çok ödül mekanizmasına odaklanmak iyi geliyor bence. Mesela, bir kere bozunca tamamen vazgeçmek (ve kendini paralamak) yerine, bir takvimde her başarılı gününüzü işaretleyebilirsiniz. Sonra, başarılı gün sayısı kadar lirayı da aynı kumbaraya ekleyebilirsiniz. Maksat motivasyon. Yine pinterestte filan böyle trackerlar var.
Bu işleri arkadaşlarla yapmanın güzelliği de birlikte yemek pişirme, öğle yemeklerini dönüşümlü getirme vb çözümler bulmak. Her ay başka bir yasağı deneyip 12 aylık kombo da yapabilirsiniz, azminize kalmış.
Kumbaraya attığımız paralarla ne mi yapıyoruz? Öncelikle bi güzel sayıyoruz. “bu para nerelere gidecekti de gitmedi” diye seviniyoruz. Eğer tatil vb kısa vadeli planlarınız varsa ona harcanabilir, elbette. Yoksa, doğruca borç ödemeye veya tasarruf hesabına. Onca zamanı biriken para anında harcansın diye geçirmediniz.
Gördüğünüz üzere, parayla oyun oluyor, sonuçları da gayet güzel olabiliyor. Benzer önerisi olanları yorumlara bekliyorum, bu listeyi daha da büyütebiliriz bence. Güç sizinle olsun Mahmutters.

2018-05-20

Dolar Neden Yükselir Neden Düşer?

Dolar Neden Yükselir Neden Düşer?

dolar neden yükselir

Son zamanlarda doların neden yükseldiğine ilişkin bir yazı: Anneye anlatır gibi…
Kısa bir tanımla adına dolar dediğimiz Amerikan parası, ABD merkez bankası (FED) tarafından basılan bir ödeme aracı. Dünyada ne kadar dolar olacağına FED karar verir. Nasıl bizim merkez bankamızın belirli hedefleri ve misyonları varsa (fiyat istikrarı en önceliklisi) FED’in de kendi öncelikleri ve tutturmak istedikleri hedefler var.
FED, kriz zamanlarında piyasayı canlandırmak, işsizliği azaltmak ve büyümeyi sağlamak için bir karar aldı ve piyasaya; “alın size bol bol dolar” dedi. Ama bu paranın faize gitmesini de engellemek istedi ve bu parayı faize koymayın diyerek faizleri de düşürdü (0 ila 0.25 aralığına). Gidin bu parayı harcayın, yatırım yapın, paradan para kazanın, vs. dedi. Bunları yaparken de hem büyürüz hem de bu dolarlarla yapılan yatırımlar büyük istihdam olanağı sağlayacak bu sayede de işsizlik azalacak gibi bir plan yaptı. Dolayısıyla, yıllarca piyasaya ucuzdan bol miktarda dolar saldı.
Peki, bu dolarlar nereye gitti? Altına gitti, kendi iç piyasasına gitti, başka ülkelere gitti, başka ülkelerin borsalarına girdi, vs. Bu başka ülkeler kimlerdi? Yabancı yatırımcıya ihtiyaç duyan ülkeler, gelişmekte olan ülkeler, yani kısacası Türkiye gibi ülkeler. Haliyle bu para tabiri caiz ise yağdı Türkiye’ye. Oh mis gibi ucuzdan dolar. Yabancı elinde dolarla geldi Türkiye’ye, bozdurdu dolarını, TL ile borsaya girdi, TL’den faize koydu vesaire vesaire.
Peki yıllarca süren bu dolar sağanağında bizim ne yapmamız gerekiyordu ve ne yaptık?
Biz bu likiditeyi bulduğumuzda, dolar yağmurunun altında kaldığımızda yapmamız gereken şey; yapısal bir takım iyileştirmeler, uzun vadede bize para kazandıracak teknolojik gelişmeler ve “know-how” barındıran yatırımlardı. Böylece piyasada para kalmayınca, dolar yağmuru kesilince ürettiğimiz bu katma değerli ürünleri satabilir, ülkeyi büyütebilir ve orta gelir tuzağından sıyrılabilirdik. Eğitime, bilime, teknolojiye, bilişime, vs. yatırım yapmış olsaydık, bir Güney Kore gibi teknoloji üreten firmalarımız, bir Hindistan gibi uzay araştırmaları gerçekleştirecek bilimsel altyapımız falan olabilirdi.
Peki biz eğitimi imam hatip açmaktan, bilimi TÜBİTAK’ın başına hayvanat bahçesi müdürleri atamaktan ibaret zannedip, eğitim alanında iyileştirmeler, bilimsel çalışmalar, teknolojik yatırımlar yapmak yerine ne yaptık? Ev yaptık, gökdelen diktik, AVM yaptık, rezidans inşa ettik, vs. Kısacası deli gibi harcadık. Dolarları gömdük inşaata, gömdük lüks araçlara, gömdük başkasının akıllı telefonlarına, tabletlerine. Yahu bu ucuz likiditenin bir sonu olabilir diye düşünmedik hiç… Yani geleceği göremedik, anı en pis haliyle yaşadık. Tüketim toplumu ne demektir iliklerimize kadar hissettik.
Yıllar geçti ve 2013’e geldik. FED yeni bir açıklama yaptı ve dedi ki; “artık ucuz para devri bitti. İyi kötü yıllarca saçtığım paralarla ekonomim biraz düzeldi. Artık daha fazla para saçarsam bu sefer balonlar oluşur. Doları hak ettiği seviyeye yükselteceğim, faizleri artıracağım” yani bu sayede yine tasarruf oranları artsın istedi.
Bu kararı neden aldı?
Çünkü 1) Balonlar oluşabilirdi engellemek istiyordu 2) Tasarruf oranları artmalı sermaye toparlanmalıydı. 3) FED’in bilançosu trilyonlarca dolar oldu bunun bir sonu olmalıydı…
Sonuç olarak Gezi eylemlerinin hemen öncesinde, “tahvil alım programı” adı verilen ucuz para saçma politikasını durduracağını açıkladı. Bu bizim için ilk şok oldu. İnsanlar bu karara hemen tepki verdiler ve dolar yükselmeye başladı. Bu duruma hemen müdahale edemedi bizim merkez bankamız. Sonrasındaki süreçte siyasi gerginliklerle beraber beklentiler o kadar değişti ki dolar 2 liranın üzerini gördü. Bizim merkez bankası da el mahkum doları düşürmek için faizleri 4-5 puan artırmak zorunda kaldı.
Aslında faiz kötü, ürkütücü bir şey değildir. Ayarında, enflasyona uyumlu bir faiz iyidir. Çünkü sermaye toplanır, toplanan sermaye ile yatırım yapılabilir. Faiz bu açıdan iyidir, ama olmaması gereken ve mecburiyetten, istemeden yaptığın faiz artırımı kötü bir durumdur, çünkü faiz yüksek olursa insanlar borç almak istemezler. Borç almayınca da yatırım yapmazlar. Yatırım yapmazlarsa her sene iş gücüne katılan insanlar işsiz kalır. Ya da mesela ev, araç, vs. satın almamaya başlarlar. Eldeki evler, rezidanslar, AVM dükkanları, vs. elde patlar. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın şu günlerde “faiz indir” diye kendini parçalamasının, işi merkez bankası başkanını hainlikle suçlamaya kadar vardırmasının sebebi kabaca budur.
Sonuç olarak, FED  en sonunda bu faizleri, yukarıda anlattığım sebeplerden ötürü, artıracağını ifade etti. Bu durumda neler oluyor bak:
-Yıllarca ucuz dolara alışmış ekonomiden yabancı elini çekmeye başlıyor. Yani yabancı diyor ki, “benim güvenilir merkez bankam da artık bana faiz vermeye başlayacak. Türkiye’de ne işim var artık benim?” Giderken haliyle beraberinde getirdiği dolarlarını da alıyor ve içeride dolar azalıyor.
-Eğer teknolojik gelişmeler yapmış olsaydık, “know-how” değeri olan ürünlerimiz olsaydı, vs. onları dışarı satar yine dolar bulurduk, ama biz doların bol olduğu zamanlarda o parayla ev yaptık, AVM yaptık, rezidans yaptık. Eğitime, teknolojiye, bilime, istihdama para yatırmadık. Şimdi şehirlerin en dışına yaptığımız güya ultra lüks betonları kimse almak istemiyor. Güney Kore gibi akıllı telefon, tablet, vb. bir şey üretebilseydik onları satar yolumuzu bulurduk ama şimdi “Penisium tower kulelerinden” evleri kim alsın, ne yapsın?
-Bu dönemde yaşanan bolluğu, sıcak para akışını, ekonominin bu sayede dirilmesini, bu sahte zenginliği hükümet hep kendinden bildi veya öyle bilinmesini istedi. Benim süper yeteneklerim ekonomiyi uçurdu zannetti ve halkımız da maalesef bunu yedi. Yaşadığı sahte zenginliği hep hükümetin bir başarısı olarak algıladı. Şimdi işler değişince de şaşırıp kaldı.
Ve son olarak diğer başka sebeplerde var elbette…
Petrolün yükselişiyle Türkiye’ye giren ve düşüşüyle Türkiye’den çıkan bir Arap sermayesi mevcut. Buna bir de yolsuzluğun yarattığı olumsuz etkiyi de ekleyebiliriz. Yolsuzluk iddiaları bile güveni sarsıp doların yükselmesine yol açıyor. Bütün bunlara şeffaf olmayışımız, ekonomik özgürlüklerde geldiğimiz nokta, vs. gibi sosyopolitik riskleri de ekleyebiliriz. Maalesef daha kötü günler bizi bekliyor.

2018-05-18

Yumurtaların Üzerindeki Kodların Ne Anlama Geldiğini Biliyor musunuz?

Yumurtaların Üzerindeki Kodların Ne Anlama Geldiğini Biliyor musunuz?

yumurta
Marketlerden aldığımız yumurtaların her birisinin üzerinde Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı tarafından zorunlu hale getirilen bir kod yer alır. Bu kod numarası bir nevi yumurtanın kimlik numarasıdır ve üzerindeki her rakam anlam taşır, yumurtanın ne kadar organik olduğunu gösterir. Peki hangi rakam, hangi anlama geliyor?


Aslında gündelik hayatta tükettiğimiz her besin, üzerilerinde yasal olarak bulunan bazı uyarı metinleriyle ve kodlarla içeriğini ifade ediyorlar. Bu kodların anlamlarının bilinmemesi durumunda, ne tükettiğimizi anlamanın başka bir kolay yolu bulunmuyor.
Özellikle yumurta gibi sıklıkla tüketilen hayvansal gıdaların organik olma durumu, sağlığımız açısından oldukça önemli. GDO’lu besinlerin sağlık açısından tehdit oluşturduklarını düşünürsek, yumurtanın bizler için neden bu kadar önemli olduklarını da anlayabiliriz.

Hemen hemen bütün yumurtaların üzerinde bulunan bu kodlar tam olarak böyle görünüyorlar:

Takip kodları üzerindeki rakamların ifade ettikleri şeyler ise sırasıyla aşağıdaki gibi:

  • 0 ile başlayan yumurtalar, organik tavuk yumurtasıdır. Üretici firma yumurtayı organik yetiştiricilik standartlarına uygun olarak yetiştirmiş, tavuğa herhangi bir hormon uygulamamıştır. 
  • 1 ile başlayan yumurtalar, “serbest dolaşan tavuk” yumurtasıdır. Yani tavuğun rahatça gezebileceği bir alan bulunan üretim tesislerinden çıkmış yumurtalardır. Bu tavuklar için GDO’suz yem ya da hormon kısıtlaması bulunmaz. İnisiyatif üreticiye aittir.
  • 2 ile başlayan yumurtalar, kümeste kafessiz yetiştirilen tavukların yumurtalarıdır. Yani tavuklar kısıtlı da olsa belirli bir alan içinde hareket edebilmişlerdir. Yine bu kategoride de GDO’suz yem ya da hormon kısıtlaması bulunmaz. 
  • 3 ile başlayan yumurtalar, tamamen kafes içinde yetişen tavukların yumurtalarıdır. Bu tavuklar kafes içinde büyürler ve dolaşamazlar. Dolayısıyla bütün besin kaynakları üreticinin verdiği yemlerle karşılarlar. Piyasadaki en ucuz yumurtalar bunlardır.

Kısaca söylemek gerekirse, 0 haricindeki diğer rakamlarla başlayan yumurtaların organik olmadıklarını söyleyebiliriz. Paketinde “organik” ifadesi bulunan yumurtaların içinden 0 haricinde bir rakamla başlayan kod görürseniz, şüphelenmekte haklısınız. 

Ayrıca aşağıdaki görselde, takip kodunun diğer rakamlarının neler ifade ettiği de yer alıyor:

eggs

kaynak: http://www.webtekno.com/yumurtalarin-uzerindeki-kodlarin-ne-ise-yaradigini-biliyor-musunuz-h46295.html

2018-04-22

HAIRENS TAM OTOMATİK SU DALGASI SAÇ MAŞASI (denedim!)

HAIRENS TAM OTOMATİK SU DALGASI SAÇ MAŞASI (denedim!)

hair words

Ürünlerden konuşmayalı çok olmuşken, bu yeni ve tatlı arkadaşımı sizlerle tanıştırarak arayı kapatalım..

Biliyorsunuz ki sitemizde hala reklam yok. Maalesef yok, o duyguyu tadamasak, reklam işbirlikleri için unutmadansoylemeliyim@gmail.com yazamasakta, olsundu, siz bilin diye yazılıyordu, unutmadan söyleniyordu :)

Neyse bu hüzünlü konular bir yana, benim gibi saç şekillendirme konusunda el yatkınlığı, zamanı, hevesi sıfır olan bir insana kendini böylece sevdiren HAIRENS tam otomatik su dalgası saç maşası www.n11.com da satış yapan bir mağazadan almam ile kendisi ile tanıştık.

Ürünün fiyatı 230 TL civarında. Diğer markalar ile karşılaştırdığınızda daha düşük olması bir yana, Braun'un otomatik saç makinesi ile yaşadığım hezimet sonucunda fiyatına değil, videolarındaki rahatlığına kapılarak aldım. İyiki aldım!

hairens otomatik su dalgası maşası
Üründe zamanlama, sıcaklık ve saçı sararken kaç kere dönüş yapacağına dair ayarlar var. Dikkatli kullanırsanız sizi yakma ihtimali sıfır.

Sağ ve sola dönebilen başlığı ve sardıktan sonra bıraktığı doğal dalgası ise muazzam!

Zaten benim gibi değilseniz ve eliniz bir tık daha bu konuya yatkınsa kuaförünüzle uzun bir süre görüşmeyeceğinizin garantisini verebilirim.

Ben yıllarca maşa hiç kullanmadım, denemeye bile kalkmadım. İş hayatı, üşengeçlikler derken öyle bir vaktimde yoktu açıkçası ama HAIRENS tam otomatik su dalgası saç maşası ile 15 dk. da hazır oluyorsunuz ve dalgaların kalıcılığı da saçınızın cinsi aykırı değilse çok çok tatmin edici.

Özetle fiyat/performans olarak değerlendirdiğimizde bence bilinen markalara her türlü taş çıkarıcak bir ürün. Yapanların ellerine sağlık, çok dua ediyorum, bu güzel geri dönüşlerime istinaden onlarda bana dua eder diye umuyorum :)

Makineyi daha yakından tanımak isterseniz diye aşağıya almadan önce izlediğim iki youtube linkini de bırakıyorum;

https://www.youtube.com/watch?v=_oE1vrLN08Q

https://www.youtube.com/watch?v=bscF46yLi-A

Sevgiler..

2018-04-06

Karbon Ayak İzi Nedir?

Karbon Ayak İzi Nedir?

carbon foot print

Tüketim Alışkanlıklarının İzi

Karbon ayak izi, insan faaliyetlerinin doğada meydana getirdiği karbondioksit miktarıdır. Karbon ayak izi nedir? sorusunu detaylandıracak olursak, örneğin arabanız ile giderken motorun çalışması ile belli bir miktar karbondioksit açığa çıkıyor. Sadece araba için değil fosil yakıtların kullanılması ile açığa çıkan her türlü karbon salımı, karbon ayak izini oluşturuyor. Yiyecek veya diğer ürünleri alırken de bunların üretimi sırasında açığa çıkan karbona katkıda bulunmuş oluyorsunuz.
Karbon ayak izi nedir? Sorusunun cevabı aslında küresel ısınmaya sebep olan bütün aktivitelerin neden olduğu karbon salınımı ile açıklanıyor.
karbon tüketimi

Karbon Ayak İzi Nasıl Ölçülür?

Karbon ayak izi bütün karbon emisyonlarının toplamı olarak ifade ediliyor. Ne kadar karbon salınımına sebep olduğunuz hesaplanırken de günlük, aylık ve yıllık aktiviteleriniz hesaba katılıyor. Genelde yıllık olarak hesaplama yapılıyor. Karbon ayak izini ölçmenin en iyi yolu ne kadar fosil yakıt kullandığınızı ölçerek hesaplanabiliyor çünkü en büyük karbon ayak izine sebep olan etken fosil yakıtlar olarak öne çıkıyor.

İklim Değişikliği ve Karbon Ayak İzi

Küresel ısınmaya sebep olan sera gazlarının hepsi birden karbon ayak izini oluşturuyor. Bu gazlar da insanlığın doğal, bireysel ve toplumsal ihtiyaçlarını karşılamak için yapılan tüm aktiviteler sebebi ile ortaya çıkıyor. Günümüzde karbon salımı için en büyük etken sanayi olarak biliniyor. Özellikle de plastiğin üretilmesi ve işlenmesi, en fazla karbon salınımına sebep olan etkenlerden.
Atıkların geri dönüşmemesi ve dünyaya kullandığımız kaynaklarını telafi etme şansını vermemiş olmamız da çok büyük bir çevre tahribatına sebep oluyor. Bunun etkilerinin sebebi büyük çaplı olurken aynı zamanda bir ürünü satın almak veya bir yaşam tarzını benimseyerek bireysel olarak da dünyaya zarar veriliyor.
Karbon ayak izine sebep olan etkenler arasında birincil yani doğrudan ve ikincil yani dolaylı sebepler bulunuyor. Bu iki etken aslında aynı tüketim döngüsü içinde yer alıyor. Bir plastik ürün aldığımızda bununla birincil derecede karbon ayak izine sebep oluyoruz. Ürünü almamızdaki ikincil etkiler ise ürünün üretim ve taşıma gibi süreçlerinde ortaya çıkan sonuçlar ile açıklanıyor. Ürünü almadan önce ham madde bölümünden başlayıp işlenmesine ve son tüketiciye kadar gelmesine kadarki süreç ile birlikte üretilen diğer ürünleri de düşününce karbon ayak izinin nasıl arttığı daha iyi anlaşılıyor.
karbon footprint
Arabanız ile bir yerden bir yere giderek karbon ayak izine olumsuz bir katkıda bulunmuş oluyorsunuz. Bu sizin birincil katkınız oluyor. Arabanın üretilmesi sırasında açığa çıkan karbon ya da kullandığınız fosil yakıtların işlenmesi sırasındaki karbon salınımı daha büyük çapta bir etki olarak açığa çıkıyor. İkinci derece de karbon ayak izinin artmasına bu şekilde katılım sağlıyorsunuz.
Tarımsal üretim, hayvancılık, yapılaşma, orman ürünleri ve deniz ürünleri insanlık olarak ihtiyaçlarımızı karşılamak için bulunuyor. Karbon ayak izi nedir? Denince de bütün bu üretim alanlarında ortaya çıkan karbondioksit salınımını göz önünde bulunduruyoruz. Özellikle orman alanlarında yapılan uygulamalar karbon ayak izinin artışına sebep olurken telafisi de olmayacak bir yola girilmiş oluyor.
Şu anda dünyanın telafi edebileceğinin çok üzerinde bir tüketim çağında bulunuyoruz. Böyle giderse doğal kaynakların son bulması ve temiz tatlı su kaynaklarının hızlı bir şekilde yok olacağından bahsediliyor. Bunun olmaması için de hem hükümetlere hem de bireylere oldukça fazla sorumluluk düşüyor.
Karbon salınımına hem birincil hem de ikincil olarak katkıda bulunmamak için de bilinçlenmek ve duyarlılık gerekiyor.

2018-03-26

Yanından geçip gittiğimiz hayatlar..Düşündüğün kadar İyimisin?

Yanından geçip gittiğimiz hayatlar..Düşündüğün kadar İyimisin?

sorsan herkes iyidir

Bloga bu sıra yoğun şekilde duygu yüklediğimin farkındayım.. Mazur görün bu son diye söz veremicem ama bu başlangıç diye anlatacaklarım var, dinlermisiniz?

Sosyal sorumluluk adına neyi ne kadar yapıyorsunuz? Hangi taşın altına elinizi koydunuz yada koymaya niyetlendiniz bilmiyorum. Sağ elin yaptığını sol el bilmezmiş, dilerim siz dünyada fark yaratan şeyleri herkesten güzel  yapıyorsunuz ..

Ama yanından geçip gittiklerimiz var.

Bugün giderken içimiz birine takıldı. Yolun kenarında öylece oturmuş, o yağmur, o soğuk, o paramparça ayakkabılarla dilenci olmadığı her yerinden belli biri. İçine öyle çekilmiş, gözleri öyle dalmış, kafasından kimbilir hayal ettiği ne dünyalar geçiyor..

Konuşmak istememizle, iyiki dememiz arasında iki dakikalık mesafe kat ettik. Ben konuya 'hadi sana ayakkabı alalım' diye girdim. Teşekkür etti, ona ayakkabı getirecek biri varmış ve onu bekliyormuş, o gelecekmiş. Olsun! dedim. İkinci bir ayakkabının zararı yok. Teşekkür etti, ziyan olmasın dedi..

Yemek yiyelim dedim? Teşekkür etti..

Tamam çay içelim, sohbet ederiz dedim? Teşekkür etti..

Peki senin için ne yapabiliriz dedik? Cevap bizi yerle bir etti..

'Yanımdan geçen binlerce insan var ve bana hastaymışım, kirliymişim, çirkinmişim gibi davranıyor. Benimle konuşan kimse yok. Siz yanıma geldiniz, sohbet ettiniz, halimi sordunuz. Bu benim için bugünün en güzel yanı' dedi. Teşekkür etti...

Bu karşılaşmanın çok fazla ayrıntısı ve noktası var. Ama bugün aldığımız ders tek bir taneydi.

Düşündüğün kadar iyimisin?

Ben değilmişim kendi adıma bunu dürüstlükle söyleyebilirim.

Ne 351. ayakkabıya hayır demişim, nede bir gün şu mahalleyi bir dolaşıp elinden tutabileceğim yada bir yerinden bir şey yapabileceğim biri var mı diye merak etmişim. Sorsak hepimiz iyiyiz işte.

Bu hafta işi, aşkı, kişisel kavgalarınızı bir kenara bırakın. Kirli kıyafetlerin ardında tertemiz insanlar var ve sizin 'nasılsın' demeniz bile hayatlarında bir kapı açıcak belki de. Evet korkutucu gelebilir baştan belki ama bir dilenci ile gerçekten ihtiyacı olanı ayırmakta çok zor değil..

Daha bilinçli ve gerçekten iyi olduğumuz yarınlar dileği ile..

Alttaki videoyu izlemeniz tavsiyedir;

https://www.youtube.com/watch?v=TDmPcF5i5UA
G.

2018-03-18

Havada Bir Hinlik Var..

Havada Bir Hinlik Var..



Tarifi zor bazı şeylerin..

Daha ilk tadında bir eksiklik var.. Tuzu desen değil, karabiberi desen o da değil..

Ama bir yerde bir eksik var..

Askıda çok güzel olup, üstünde ya biraz bol, ya biraz dar, ya biraz bir şey işte. Ama senin kalıbın değil...

Kumaş mı, renk mi, desen mi..

Artık desen mi?

Sana göre değil..

İçinde kendini iyi hissedemiyorsun bir türlü, karşıdan bakınca ne muazzamdı halbuki.

Ve zorladığın her şey güzelliğini kaybedecek..

Çünkü beklentiler, bekleticek..

Seni de beklemişlerdi aynı duraklarda.

Bekletmiştin, belki geçerim şımarıklığında.

Sen geçmedin dün, o da gelmedi bugün.

Hayat hep adaletsiz olacak değil ya..

Soğuk bir duş, bir gece yarısı ağlaması, sonrası..

Sonrası özgürlük.

p.s: Bu yazıda yazarın dinlemenizi istediğiniz şarkı; https://www.youtube.com/watch?v=1WE22-4xF2s

G.


2018-03-08

2018-03-04

ŞEKER KURUMUNUN KAPATILMASI İLE NBŞ TEHLİKESİ?

ŞEKER KURUMUNUN KAPATILMASI İLE NBŞ TEHLİKESİ?

nişasta bazlı şeker mısır şurubu

24.12.2017 tarihi itibari ile yayınlanan kanun hükmünde kararname ile Türkiye'nin uzun yıllardır gündeminde olan şeker konusunda oldukça kritik bir bir karar alındı. Olağanüstü hal kapsamında hazırlanan 696 sayılı KHK ile Şeker Kurumu ve Alkol Piyasası kapatıldı. KHK'ya göre 17 aydır fiili olarak işlemeyen Şeker Kurumu kapatılarak Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı'na bağlandı. [1] 
Bakanlık, kotaların tespiti, denetim, iç fiyat, arz talep dengesi ve spekülatif etkileri dikkate alarak şeker ticaretine ilişkin kuralları belirleyecek. Öte yandan KHK ile TAPDK da kapatıldı. Kapatılan kurumca yapılan işlemler ilgili idarelerce yeni bir işlem yapılıncaya kadar geçerliliğini koruyacak.

Peki alınan bu karar ne sonuç doğuracak? En önemli soru ise NBŞ nedir?
Kesinlikle bu durumdan etkilenecek en büyük kitle halk ve ardından şeker pancarı üreticileri olurken NBŞ üreticilerinin yüzü bir hayli gülecek. NBŞ son günlerin en popüler tartışma konusu. Şeker veya sakkaroz çoğu bitkinin bünyesinde bulunur fakat bünyesinde ekonomik olarak şeker elde edilebilecek kadar şeker bulunduran iki bitki vardır: Şeker kamışı ve şeker pancarı. Türkiye’de şekerin ana hammaddesi şeker pancarıdır.
şeker kamışı
ŞEKER PANCARI (SAKKAROZ)
Şekerler arasında en çok bilinen ve en çok üretilen sakkarozdur. Sakkaroz, şeker pancarı ve şeker kamışından elde edilir ve çay şekeri, sofra şekeri, toz şeker, kristal şeker, beyaz şeker adlarıyla bilinir. Zaman zaman tartışmalara konu olan pancar ve kamış şekeri arasında tat ve enerji açısından hiçbir fark yoktur. Her iki bitkinin şekeri de sakkaroz’ dur.
NBŞ NEDİR?
Nişasta glikoz moleküllerinden oluşan birleşik bir şeker. Mısır nişastasının kimyasal işlemlerden geçirilmesiyle elde ediliyor. Genellikle sıvı olarak üretiliyor. Nişasta parçalanarak glikoza, ardından glikoz da fruktoz' a dönüştürülüyor. Yani mısırdan elde edilen nişasta bazlı şekerde yüksek oranda fruktoz yani meyve şekeri var.Mısır şurubu, şeker pancarından elde edilen şekerden daha tatlı ama daha ucuz ve taşınması daha kolay. Bu da gıda üreticileri için daha düşük maliyet ve daha yüksek kâr anlamına geliyor. Mısır şurubunun içinde yüzde 90’ lara varan fruktoz (meyve şekeri) bulunuyor. Şeker pancarından elde edilen sakkaroz (çay şekeri) ise yarı yarıya fruktoz ve glikoz içeriyor. Sakkaroz: 100 birim, glikoz 74 birim, fruktoz ise 173 birim tatlılığa sahip.

Fruktoz içecek sanayinde tamamen şekere ikame olarak kullanılır. Nedeni de mısırdan imal edildiği için çok daha ucuz olmasıdır. Glikoz ise sanıldığının aksine şekerin ikamesi değildir, şekerin bir tamamlayıcısıdır. Genellikle şekerleme sanayinde kullanılması zorunlu bir hammaddedir.
'Rafine Şeker' insan beslenmesinin ana unsurlarından biri değildir. Geleneksel yöntemlerle üretilen tatlılarda şeker olarak kullanılan başlıca ürünler pekmez, bal ve bir yere kadar meyveler ve şeker kamışıdır. Buna karşılık özellikle yirminci yüzyılda pancar şekeri olan sakkarozun rafine edilerek elde edilmesiyle birlikte kişi başına düşen şeker tüketimi giderek artmıştır.
nişasta bazlı şekerin zararları
Mısır üretimi Ülkemizde esas atılımını hayvancılığımızın da gelişmesine bağlı olarak son 10 yılda yapmıştır diyebiliriz. 2000’ li yılların başında mısır üretimi 2 milyon tonlarda iken son yıllarda üçe katlanarak 6 milyon tonu aşmış durumdadır.
Şeker Yasasının yürürlüğe girdiği 2001-02 üretim döneminde uygulanmaya konulmasıyla belirlenen politikalar çerçevesinde NBŞ üretimine toplam A kotası şeker üretim miktarının %10’ u oranında kota tahsis edilmiş, Bakanlar kuruluna da kotayı %50 artırma yani %15’ e çıkarma yetkisi verilmiştir. Yani son alınan karar itibari ile kota %10’dan %15’e çıkmış durumda. Bunun tek nedeni ise nişasta bazlı şekerin, pancardan elde edilen şekere oranla daha ucuz olmasıydı. Şeker pancarında dünyanın 4’üncü büyük üreticisi olan Türkiye, yeterli oranda mısır üretiliyor olmasına rağmen dışarıdan ithal ettiği mısırla NBŞ üretiyor. Türkiye’de gıda maddelerinde kullanım oranı ise bazı verilere göre yüzde 30 ancak yüzde 50- 80’ lere vardığı iddia ediliyor. En büyük üretici konumundaki ABD’nin Gıda ve İlaç İdaresi FDA, Nisan 2008’de “içeriğinde yüksek fruktoz olan NBŞ suni tatlandırıcıdır” açıklaması yaptı. ABD’de bilim adamları, obezite ve obeziteye bağlı hastalıkların artışını NBŞ’ye bağlayınca, % 10 olan ABD üretim kotası, %2’ lere düşürüldü.
glikoz fruktoz
Bir diğer handikap ise GDO’lu mısır tükettirilerek halk salığının bozulması. Bu durumda yerli üreticimizi değil ithal ettiğimiz ülkeleri desteklemiş oluyoruz.
Bu nokta da en önemli konu ise NBŞ hangi ürünlerde kullanılmakta? Ketçap,mayonez, toz kahve kreması, bisküvi (tuzlu olanlarda dahil), meşrubat, şekerleme, hazır meyve suyu, çikolata, gofret, hazır puding, kek, pasta, tatlı, hazır çorba, tatlandırılmış yoğurtlar, hamburger etleri, sosisler, salata sosları, dondurma, helva, reçel, marmelat, unlu mamuller üreten sanayilerde, işlenmiş gıdalar, meyve - sebze ürünü salamurasında, alkollü içeceklerde vb gibi pek çok gıdanın üretiminde kullanılıyor. Şekerden daha ucuz olduğu için mısır şurubu tercih ediliyor.Ülkemizde üretilen Gazoz ve meşrubatların neredeyse tamamında kullanılıyor bu zehir! 
Bu durumda marketten aldığınız her ürünün içinde şeker cinsinin ne olduğunu inceleyin. Bazı ürün paketlerinde mısır şurubuna “nişasta bazlı sıvı şeker” adı veriliyor; kısaca “NBSŞ” dendiği de oluyor. ABD’de HFCS olarak isimlendiriliyor. (HFCS-55) sakaroz ile aynı tada sahipken diğeri (HFCS-42) daha az tatlıdır. HFCS-55 daha ziyade içeceklerde, HFCS-42 katı gıdalarda kullanılır. Ancak çoğunlukla etiketlerin üzerinde ne kadar fruktoz kullanıldığı belirtilmiyor.Nişasta bazlı şekerin çok düşük oranlarda olması gerekirken raflarda bulunan her üründe yüksek oranda bulunuyor. Bunun içindeki fruktoz’ un - glikoz’ un zarar vermeyeceği söyleniyor. Fakat bilim adamları yaptıkları açıklamalarda bunun tam aksini söylüyor.
PEKİ NBŞ’ NİN ZARARLARI NEDİR?
Tokluk hissi vermeyen, kanserden kalp hastalıklarına ve karaciğer yetmezliğine kadar birçok kronik hastalığa yol açtığı ileri sürülen nişasta bazlı şekerin bilinen ve tartışmasız kabul edilen en önemli etkisi, beyinde tokluk hissini uyarmıyor olması. Tıp otoriteleri, fruktozlu gıda ürünlerinin şişmanlatıcı etkisi üzerinde hemfikir. Bağımsız bilim adamları, fruktozun obeziteye ve metabolik sendroma yol açtığını ileri sürüyor.
Glikoz, vücudun tüm hücrelerinde kullanılırken fruktoz sadece karaciğer için gerekli ve bu miktar 15 gram kadar. Fazlası, ürik asit düzeyini yükseltiyor, obezliğe, depresyona, diyabete, karaciğerde ve diğer iç organlarda yağlanmaya ve devamında pankreas kanseri, kalp hastalıklarına, diş çürümesi, depresyon, böbrek, gut, tansiyon, migren, varis gibi hastalıklara yol açıyor. Yağlanma sonucu oluşan metabolik sendromla; siroz, karaciğer kanseri, karaciğer rezeksiyonu (karaciğerin bir kısmının ameliyatla alınması) ve transplantasyonu gereken hasta sayısı da gitgide artıyor. Taşsız safra kesesi iltihabı, akut pankreatit tablolarında da artış var. 

Gazlı içeceklerin en görünür zararı şişmanlık. Çünkü çok miktarda hızlı emilen şeker içeriyorlar. Bu nedenle diğer uyuşturucular gibi bağımlılık yapıyor ve haz duygusuyla birlikte vücuda zarar veriyor. Son yıllarda normal şeker yerine çok daha ucuz olan mısır şurubu (fruktoz) kullanılıyor ki şişmanlık salgınının en önemli etkeni bu tip şekerler. Mısır şurubu şişmanlık, hipertansiyon, şeker hastalığı, gut, karaciğer sirozu ve depresyon gibi hastalıkların ana nedeni.”
Kanser hücrelerinin büyümesini hızlandırıyor. Bugüne kadar yapılan pek çok araştırma, doğalın dışına taşmış şeker metabolizmasının pankreas kanserine neden olduğunu gösterdi. ABD’de 88 bin 802 kadının katılımıyla gerçekleştirilen ‘Nurses Health Study’ adlı araştırmada, 18 yıllık takip süresinde 180 kişide pankreas kanseri saptandı. Bu çalışmaya göre çay şekeri (sükroz) pankreas kanseriyle ilişkili bulunmadı. Buna karşılık özellikle vücut kitle indeksi yüksek olan ve artmış ensülin direnci bulunan bireylerde, yüksek glisemik yük ve fruktozdan (mısır şurubu şekeri) zengin diyet, pankreas kanseri olasılığını istatistiksel anlamlı bir biçimde artırdığı görüldü. Multiethnic Cohort adlı çalışmada ise diyetteki glisemik yük (bir yiyeceğin bir porsiyondaki gerçek karbonhidrat miktarı), eklenen şekerler ve karbohidratların pankreas kanseri oluşturma riski araştırıldı.
8 yıl izlenen 162 bin denekten 434’ünde pankreas kanseri ortaya çıktı. Analiz sonucunda nişasta bazlı şekerde bol miktarda bulunan fruktozun pankreas kanseri ile istatistiksel anlamlı ilişkili olduğu gösterildi.
Bütün bunların yanı sıra; Şekersiz kola reklamı yasak ama karara uyan yok. Türkiye Şeker-İş Sendikası, Nisan 2008’de; Coca-Cola ve Pepsi firmaları tarafından piyasaya sürülen ve ‘zero sıfır şeker’ ile ‘şekersiz maksimum tat’ sloganlarıyla tanıtılan “Coca Cola Zero” ve “Pepsi Max” isimli ürün reklamlarının durdurulması için Sanayi ve Ticaret Bakanlığı Reklam Kurulu Başkanlığı’na şikâyet başvurusunda bulundu. 12 Ağustos 2008’de karara varan Reklam Kurulu, “söz konusu ürünlerde hiç şeker bulunmadığı izleniminin yaratıldığına ve reklamların tüketicileri yanıltıcı ve aldatıcı nitelikte olduğuna” karar verdi.
TÜRKİYE’ DE HANGİ FİRMALAR BU ÜRETİMİ YAPIYOR PEKİ?
Türkiye’de NBŞ üreten sadece 5 şirket var! Bunlardan Cargill’ın kapasitesi 400 bin ton, Adana’da bulunan Amylum’un kapasitesi 250 bin ton, Ülker- Cargill ortaklığındaki Pendik Nişasta’nın kapasitesi 110 bin ton, Tat firmasının kapasitesi 70 bin ton ve Sunar’ın kapasitesi 55 bin ton mısır. Bu 5 tesisten biri olan Pendik Nişasta Sanayi, Ülker Grubu’na ait. Ülker Grubu, Pendik Nişasta Sanayi tesisinde Cargill ile ortak olarak mısır şurubu üretiyor. DAHA UCUZ KOLA, DAHA ÇOK NBŞ Üç büyük kola üreticisi, içeceklerini tatlandırmak için pancar şekeri yerine, daha ucuz olan “mısır şurubu” kullanmayı tercih ediyor. NBŞ üreten 5 firma arasında yer alan Ülker, piyasanın en büyük şirketi olan Cargill’a ortak ve neredeyse tekel konumunda. Ülker aynı zamanda NBŞ’yi en çok kullanan gıda üreticisi olduğu için de bu üretimden en çok kâr eden firma konumunda. Üstelik Ülker daha önce Bakanlar Kurulu’nun üretim kotasını aşmayı da başarmıştı.
Sonuç olarak; marketten aldığınız her ürünün içinde şeker diliminin ne olduğunu inceleyin (bir çoğunda ne yazık ki belirtilmiyor.) Kendiniz ve özellikle çocuklarınıza yedirdiğiniz her gıdada buna dikkat edin. . Mümkün olduğunca evinizde hazırladığınız yiyecekleri tüketin ve çocuklarınıza tükettirin. Artık internet sayesinde evde kolaylıkla bir çok atıştırmalık hazırlamanız mümkün. Keşke olumsuz etiketlerinden dolayı reklamların yasaklanması da mümkün olsa.
Hoşça, Dostça ve Sevgi le Kalın
Arzu BOYACI

2018-02-09

EDİRNE'DE SICACIK BİR MOLA. MOLA KAHVALTI SALONU.

EDİRNE'DE SICACIK BİR MOLA. MOLA KAHVALTI SALONU.

kahvaltı mekan



Sitenin ilk mekan araştırma yazısı güzel ülkemizin, mütevazi ve samimi topraklarından geliyor. Özümüz öyle güzel ki.. İnsan nerede olursa olsun kendini evinde gibi hissetmek evvel bir ihtiyaç oluyor :)

Son zamanlarda Edirne'ye yolum sıklıkla düştü.. Böyle samimi, böyle güzel insanlar olduğunu görüpte sarılmaklar geçiyor içinizden burada.. Daha ilk ziyaretimde ise lokal bir kahvaltı arayışıyla bu güzel mekana yolumu düşüren tüm rastlantılara hala bir teşekkürü borç biliyorum!

Edirne Mola Cafe sizlere benim bayılarak yediğim ve şiddetle tavsiye ettiğim acılı menemeninden, çeşit çeşit kahvaltılıklarına, serpme istemeyenler için önce gözü doyduran kahvaltı tabaklarına kadar herşeyi büyük bir keyif ve uzun yıllar biriktirmiş oldukları tecrübe ile sunuyor.

edirne kahvaltı

Aslına bakarsınız hizmet sektöründe bu kadar çeşit varken size en önemli ve en güzel farkı 'Sizi müşteri değil, misafir gibi' hissettirerek yapıyorlar.. Zaten siz kahvaltınızı yaparken, gelen müşterilerin mekan sahipleri Fatma Hanım ve Fevzi Bey hatta tatlı garsonları Hasan ile iletişiminden de ne kadar içten bir yerde olduğunuzu hemen anlıyorsunuz!


edirne kahvaltı mekanları

Yaz ayları için dışarıda bulunan masaları ile sizleri ağırlayan cafe minik olduğu kadar sirkülasyonun yoğun olması sebebiyle yer kaygısı yaşamadan rahatça gidebileceğiniz bir yer.

Fiyat/fayda dengesi olarakta İstanbul'dan giden biz alışmışlara, yüz güldüren ekonomik rakamları ile hiç mi hiç üzmüyor.. 

Dedim ya müşteri değil misafir.. Misafire ikramda da hizmette de sınır burada bulunmuyor..

Vedat Milör gibi yazamadıysam da bende sonradan gurmelik yaparak size ısrarla yolunuzu Edirneye ve bu güzel cafeye düşürün diyorum! Edirne merkezde ciğercilere ve Selimiye Camiiye komşu lokasyonu ile günün kahvaltısı için lokal bir adrese şans ve bana hak verin :)
mola cafe edirne

Efendim nereye giderseniz gidin, enerjisi yüksek, siz geldiğiniz için gülümseyen insanların olduğu yerlere gidin. Kahve bahane, samimiyet ne şahane bir şey!

Mola Kahvaltı Salonu: Sabuni mah. Kuyumcular sok. no:6 Edirne Merkez Bedesten Çarşısı Yanı
05422179190

G.

2018-02-01

Vazgeçmek Üzere misin?

Vazgeçmek Üzere misin?

daha son sözü söylemedi hayat

Bu yazım vazgeçmek üzere olanlara geldiği için vazgeçmek üzere değilseniz lütfen yazıyı dikkate almayınız:)

Evet şimdi karşındayım vazgeçmek üzere olan arkadaşım..

Hele ki katrilyonlarca websitesinin arasında bu yazıya denk gelipte okuyorsan emin ol bu yazıda evrenin sana bir türlü ulaştıramadığı o mesaj var..

Hani çoğu zaman aldığın ama umutsuzluktan bana öyle geliyor heralde dediğin mesaj var ya. Evet o! 

Sana öyle gelmiyor o gerçekten de o!

Konu ne bilmiyorum ama bende vazgeçmek üzereydim hemde daha birkaç hafta öncesine kadar..

Benimde karşıma beylik beylik konuşanlar çıktı. Küçümseyen gözlerle bakanlar.

Hani sana yardım ediyormuş gibi gözüküpte daha çok alt üst edenler var ya evet onlar.

Evet bende gülümsedim, içimden cazır cazır sesler geliyordu o sırada. Hatta yürürken ağladım. Çok ağladım. Bende senin gibi bir iki kişiye söyledim ağladığımı hatta bazılarını hiç söylemedim.

Baktım bir eksiğim de yok. Doğduğumdan beri de ‘iyi olmaya’ uğraşmışım. Kıymet bilinmiş, bilinmemiş, nankörlük edilmiş, edilmemiş orasında bile değildim senin gibi.

‘Artık olsun!’ kısmındaydım.

Google’a en etkili dua, mantra, dörtlük, mısra vb. permütasyon kombinasyonları bile yazdım. Yine olmadı!

Ama yine dua ettim, yine küstüm, yine barıştım. Ama vazgeçmeye yakın bir noktada gezindiğimi biliyordum senin gibi. Sadece o anı kestiremiyordum.

Bende uzaktan oturup kendime baktım binlerce kez, ne çok yargıladım, ne çok üstüne gittim, ne çok hırpaladım! Var olan tüm güzelliklere ‘Hayır yeterli değilsiniz!’ diye bağırmışlığım bile var.

Olmayacak dedim, yok olmuyor, evet komşu kızı yapmış, evet el oğlu başarmış, evet evet bilmem kim bilmem nerelere varmışta ben hala yolun ortasında kalakalmış..

Bişey söyliyim mi?

Olucak!

Çünkü zaten oluyor! Çünkü o bilmem kim ve sana ego kusan bilmem ne de atomu parçalamamıştı. 

Senden o kadar farkı yok ki, farksızlığını belli etmemek için o içini acıttı.

Ama şimdi sen vazgeçersen hak etmeyen biri kazanıcak! O yüzden sen ne yapmış olursan ol, hatalarını, güzelliklerini, umutlarını al yanına hepsine sahip çık.

Bugün olmadı değil, Bugün zamanı değil. Olmadı. Çünkü daha güzeli olucak.

Bunları sana motivasyon satırı olsun diye yazmadım. Evet bu mesaj sana. Ve bu gerçek.

Yarınlar var. Yarın varsa umut var. Nefes alıyorsan senin için yazılmış bir plan hala var.

Ne olur kendinden vazgeçme olur mu?

Ne dediğimi bugün anlamazsanda yarın anlayacaksın J

Yarının bugünden kutlu olsun!


G.

2018-01-15

Issız Adamlar ve Hayatta Kalma Rehberi

Issız Adamlar ve Hayatta Kalma Rehberi


Kadınlar, çıtır hatunlar, bekar anneler, ey Romalılar!
Devasa bir masa hayal edin. Bir sürü kadın. Bazıları ağlıyor sinirden, bazısının gözünden yaşlar geliyor gülmekten. Acı çeken de var, bir türlü ayrılamayan da. Bir sürü kadın, hepsini iyi tanıyorum. Kimileri Whatsapp’ta kaynattığımız arkadaşlarım, kimilerinin ilişkisine birebir her aşamada şahidim, kimi genç benden, kimi değil, kimi boşanmış, kimi boşanmakta, kimi hiç evlenmemiş. Bazen birkaçımız birlikte konuşuyoruz, bazen ayrı ayrı. Ama masaya yatırdığımız mevzu son zamanlarda hep aynı; ıssız adamlar!
Sabaha uzayan gecelerde, dertleşmelerde, gözyaşlarında konunun gelip dayandığı bir nokta hep aynı adam tipi. Sinirden koltuk kemirme isteğiyle sabahladığım bu gece sanırım tam da vaktidir bu satırların. Hem bahar aylarından mütevellit iyi niyetle pırpır akıyorsunuz ya hayata, sizi bekleyen tehlikeleri de bilin istiyorum. Tüm sohbetlerden çıkardığımız dersleri özet geçiyorum.
En baştan başlayalım… Öncelikle “benim bağlanma sorunum var” sahiden çok tipik, çok kilit bir ifade. Yıllar içinde “şimdi biz neyiz?” diye soran kadın cümlesi bile azalarak bitti, bu artarak geliyor! Bu cümle bir işaret. Gebelikteki detaylı ultrason ve kromozom sayımı gibi. Kromozom eksikliği var ve bunun değişmesi imkansız. Lütfen bunun gerçek olduğuna inanın ve olay mahallini terk edin. Annesiyle kuramadığı o bağ yüzünden size acı çektirecek; gerek yok.
Bu adamları “bana hesap sorma, lütfen ben gelemem öyle şeylere hörörörö” muhabbetinden de tanıyabilirsiniz. Ne bu genişlik? Hesap sormayacağım ama bilmek isteyeceğim, elbette. Sen de saygılı bir yetişkin gibi doğallıkla anlatıyor olacaksın, çünkü yaşamı paylaşmak bunu gerektirir. Hikaye takibi ve ilgilendiğiniz için sorduğunuz minik sorulara bile huysuzlanmalarına başta kırılsanız da sonra anlamlandıracaksınız. Dört ayaklıların işeyerek sınırını belirlemesi gibi bir davranış bu. Bazı şeylerin sınır ihlali olmadığını, sadece ilgilenmek olduğunu anlayamayacak kadar az gelişmiş, yapacak bir şey yok.

Saatlerce süren sessizlikler… Yazınca yazmamak, aradığında hemen açmamak, bazen saatler sonra hiçbir şey olmamış geri dönmek. Küçücük beyinleri ve daha ondan küçük ve hayatlarına yön veren bir başka organlarıyla strateji geliştiriyorlar. Kıyamam. Yazışmanın ortasında susuveriyor, sense ekrana bakakalıp dakikalar sonra “bize ayrılan sürenin sonuna geldik” diyorsun. Espri yapmaya başladıysan durum fena, acı çekmeye de başladın demektir. Sonra kendi sersemliğine gözlerin doluyor.
Bilimsellerin ambivalans dediği; biz sıradan ölümlülerin “gelgit” dediği o akış. Sen tam yakayı sıyıracaksın bir hoşluk yapıyor. Tam tokadı patlatmak istediğin an öpüveriyor gibi. Yataktan en güçlü uyanıp onu terk etmeye karar verdiğin bir sabah, sana birlikte tatil yapmayı falan teklif edebiliyor. O minicik şefkat kırıntısına tav oluveriyorsun, ama hep aynı noktaya varıyor olay. Yapma evladım.
Kimisi çok net; “seni çok seviyorum, ama bir ilişkiye hazır değilim.” Anlamadım? Otuzların sonlarındasın, ne zaman hazır olursun küçük dostum? “Anladım” deyip susmanın en harika yanıt olacağı anlardan biri.
Hastasınız mesela. İşyerinizde ciddi bir sorunla baş ediyorsunuz. Bir şey oldu. Kendi evreninizde bir kriz. Aranmak istiyorsunuz. Aslında o kadar beklentiniz düşük ki; sadece aranmak istiyorsunuz. İhtiyacınızı görsün, bakımınızı sağlasın, sorununuzu çözsün bile değil. Dizi izlerken dahi bir sonraki bölümde ne olduğunu merak ettiğinden, sezon sezon indirip izleyen adamımı bazal bir merakla bile olsa “ne yaptın, nasılsın?” diye sormasını istiyorsunuz. Adamımız düşünüyor ve tüm kayıtsızlığıyla sessiz kalıyor. Emin olun, her ne istiyorsanız, tam olarak onu vermeyecekti zaten. Tabii ki aramıyor!
Bir ilişkiyi oluşturan minik rutinleri, aramaları, ortak planları, ya da en basitinden “günaydın” ve “iyi geceler”i mesela onlar başlatmış ve oturtmuş olabilir. Siz tüm sevecen uzlaşmacılığınızla akıp gitmiş olabilirsiniz. Kendi dertlerinizi, travmalarınızı, duvarlarınızı usulca bir yana koyarak. Hepsinden azade yepyeni bir deftere başlayarak. Buraya kadar güzel… Yine de bütün dengesizlikleriyle sahiden en savunmasız ve güvende hissettiğiniz bir anda aşırı üslupsuz, uzak, kaba ve katı bir cümleyi kalbinizin ortasına da bırakabilirler. Çünkü böyle. Nedeni yok. Öyle far tutulmuş tavşan gibi kocaman gözlerle bakakalıp olduğunuz yeri terk etmek isteyecek, edemeyeceksiniz. Yapamayacağınızdan değil, sadece o kadar hızlı hareket etmediğinizden. Neden peki? Hatırlayalım; kromozom bozukluğu.
En büyük ortak özellikleri, birlikteyken çok eğlenceliler. Zaman geçirmek, sohbetler, her bir ayrıntı çok eğlenceli ve su gibi akıyor. O yuvarlak masalarda birbirimizin sözünü keserek kadın kadına yaptığımız analizlerde hep bu noktada takıldık; “ama bir aradayken çok şahane…” Yani? Adamın sorunu da zaten tam olarak bu. Anda kalamamak değil, bağ kuramamak. İlgi alanları, becerileri, bakışları çok size hitap edecek. Ama mesele bu değil. Gerçekten değil. Çünkü o sizin ışıklı dünyanız zaten.
Hitaplara takılmak ayrı bir komedi. Sevgilim, bebeğim diyemiyor olduğu gibi; “aşkım”a alerji duyabilir. Siz bu kelimeyi kullandığınızda pembe nişan tepsinizi hayal ettiğinizi falan sanıyor gibi bir refleksle buzdağı kesiliyor. Hayır, normal değil. Hayır, geçmiş travmalarını size aktarma hakkı yok ve hayır, bir gün düzelmeyecek. Sizin kurumsal bir ifade katmadan kullandığınız sevgi hitaplarının havada kalması elbette zamanla ağır gelecek. Unutmayın, bir manastırda kemale ermeye uğraşan bir derviş değil, sahici bir kadınsınız. Her saygısızlığı da olgunlukla kabul edip devam etmeniz gerekmiyor. Bu düzeyde affedicilik ve sabır ancak tuvalet eğitimi veren bir anneyseniz işe yarıyor.

Bu türde başlayan ilişkileri inatla sürdüren hatunlardan aldığım bilgiye dayanarak; genellikle çok eşli takıldıklarını da eklemem gerekiyor. İnsan zaten neden bir tek kişiye bağlanmaktan kaçınır ki? Sonra hayal kırıklığına uğramayın, üstelik yüzüne vurduğunuzda hiçbir şey söylemenize izin vermeyecek, unuttunuz mu “siz zaten sevgili değildiniz ki?!” Onun anladığı türden “flört”ün yazılı olmayan kanunlarına göre hiçbir kabahati yok.
Yoğunluk girdaplarında kaybolmak. Adamlar hep yoğun, hep yoğun, hep yoğun. Siz tek başınıza birkaç çocuk, aileyle ev paylaşmak, okul, yaşam, ev, iş falan idare edebilirken saçlarınızı da onun sevdiği gibi yapmaya zaman ayırıyor olabilirsiniz. Uzmanlar diyor ki; bu “yoğunluk” oyunu da, ilişki kurmasını engelleyen bilinçdışı bir seçim. Çok çalışmak ya da hayatını olgun bir ilişkiye uygun hale bir türlü getirememek. Bu da yine aynı sebeple geliştirdiği kendine sabote etme halleri. Yani düzelmeyecek. Çünkü zaten bu durumun doğrudan olarak sizinle ilgisi yok. Bağlanma stili derin bir hikaye. Keşke sadece bizimle ilgili olsaymış olsaymış, ama değil.
Şunu kabul edelim hemşireler, bu ve daha birçok türdeki adam; değişmiyor. Sizin sağlıklı, net, berrak bağlar kurmanız demek aynı geri dönüşü alacağınız anlamına gelmiyor. Çok sağlıklı davranarak, sağlıksız bağlanan birini değiştiremezsiniz. Yeterince emek vermeniz demek karşınızdakinin bu emeği boşa çıkarma hakkı olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Bazen sorunu kendinizde aramanız gerçekten gereksiz.
Ve rica ediyorum, birinin bunu o adama söylemesi lazım. “Aynı filmi milyarıncı kez, üstelik toplu gösterimde izlemek sahiden eğlenceli değil, sen de zannettiğin kadar özel ve biricik olmuyorsun bu durumda bayım” gibi bir şeyler söylemek lazım. Ya da kısa; “ıssız adamsın, git.” Bu sohbeti yaptığımız masadaki bir arkadaşım artık laf anlatmaya üşendiğini, doğrudan telefonundan engellediğini bile söyledi. Nasıl isterseniz. Ben öğretmen refleksimle söylemenizden yanayım, çünkü muhtemelen bunu yaşam içinde birkaç kez daha duyacak. Belki değişir. (bkz: zararlı umut)
Filmin sonu belli. Bu emeği yeni bir dil öğrenmeye, bir çocuk büyütmeye, bir evcil hayvan edinmeye, iş hayatınızda gelişmeye harcamanız daha rasyonel. Bu kadar çabaya zaten adamlar madalya takmıyor. O yüzden derhal odak değiştirmekte fayda var.
Teselli şu ki; işte tüm bunlar anı olup anlatılıyor. Moda’da Çikolata Dükkanı’nda “Asuman” kaşıklarken, gelen peçeteyle burnunun direği sızlayıveriyor. Sonra kendi haline gülüyorsun. Evet, gülmeye başladıysan acı da başlamış olmalı. Bir yaz akşamı balkonda kah gülüp kah ağlarken, üst üste sigaralar yakarken çenen ağrıyana dek anlatıyorsun.
Bazı anlar var ki kahkahadan boğuluyorsun. Bazen de hıçkırarak ağlıyorsun. Çünkü bu adamlardan birine fena tutulmuşsun, belki bağlanmak istemişsin. Oluyor işte… Hiç değilse hoş anların küllenmesi zaman alıyor. Burnunun ucuna bir sızı daha ekliyorsun, bir şiirin daha üstünü çiziyorsun. Çünkü ıssız olmayan taraf olarak kalbi anlamlar yüklemişsin yürüdüğünüz o yola, büyüttüğünüz çiçeğe… Ama işte günün sonunda; anı olup anlatılıyor, yani geçiyor. Her şey gibi.
Ve ayrıca sizi bilmem ama benim kişisel yolum, aynı saflığı korumakta ısrar. Ben böyleyim, bu kırılganlığımı koruyacağım. Değişmek zorunda kalmak istemiyorum. Sevgi ve aidiyete layık olduğumu biliyorum. Yine içimden geldiğinde; “seni seviyorum” demekten yana olacağım, kim daha önce söylüyor hesaplamadan… İlişkilerin bu yeni dünya düzenine ayak uydurmayacağım. Ben “organik” kalacağım. Düz, berrak ve sahici. Gerçekten hiçbir garanti beklemeden, tüm kalbimle sevme işine devam edeceğim. Çünkü ben böyleyim.
Ve artık biliyorum; 47 kedimle tek başıma yaşlanmayacağım. Aksine balkonda gazete okurken hala çekici ve huysuz bulduğum sevgilimle konuşurken, çiçekli elbisemle pazara inip akşam gelecek torunlarıma kızartmalık patlıcan almak tek derdim olacak. Gözlüklerinin üzerinden çapkın bakacak bana, sonra bulmacasına dönecek. Saçlarımı taramayı seven bir adamla, Pera’da el ele falan yürüyeceğim, güvenli uykulara bırakacağım kendimi. O hiç kaybetmeyen, ağlamayan ama ağlatan kadınlardan, hesap ödeten, pahalı hediyeler aldıran kadınlardan değil de, bir masala yelkenlerini indiren, hayatın anlamını hala kitaplarda arayan, her güzel anda ışıkları ve gölgeleri takip eden kadın olarak kalacağım.
Ayrıca tüm bu cesaret, kırılganlık ve sahicilik gerçekten yaşadığım, soluk aldığım ve insan olduğum anlamına geliyor. İyi ki yaşıyorum, iyi ki bahar ve iyi ki baharda açan çiçekler var! Aradaki devedikenlerine dikkat edeceğiz, hepsi bu kadar!
Ebrar Güldemler