Unutmadan Söylemeliyim: Öne Çıkanlar
Öne Çıkanlar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Öne Çıkanlar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2018-01-15

Issız Adamlar ve Hayatta Kalma Rehberi

Issız Adamlar ve Hayatta Kalma Rehberi


Kadınlar, çıtır hatunlar, bekar anneler, ey Romalılar!
Devasa bir masa hayal edin. Bir sürü kadın. Bazıları ağlıyor sinirden, bazısının gözünden yaşlar geliyor gülmekten. Acı çeken de var, bir türlü ayrılamayan da. Bir sürü kadın, hepsini iyi tanıyorum. Kimileri Whatsapp’ta kaynattığımız arkadaşlarım, kimilerinin ilişkisine birebir her aşamada şahidim, kimi genç benden, kimi değil, kimi boşanmış, kimi boşanmakta, kimi hiç evlenmemiş. Bazen birkaçımız birlikte konuşuyoruz, bazen ayrı ayrı. Ama masaya yatırdığımız mevzu son zamanlarda hep aynı; ıssız adamlar!
Sabaha uzayan gecelerde, dertleşmelerde, gözyaşlarında konunun gelip dayandığı bir nokta hep aynı adam tipi. Sinirden koltuk kemirme isteğiyle sabahladığım bu gece sanırım tam da vaktidir bu satırların. Hem bahar aylarından mütevellit iyi niyetle pırpır akıyorsunuz ya hayata, sizi bekleyen tehlikeleri de bilin istiyorum. Tüm sohbetlerden çıkardığımız dersleri özet geçiyorum.
En baştan başlayalım… Öncelikle “benim bağlanma sorunum var” sahiden çok tipik, çok kilit bir ifade. Yıllar içinde “şimdi biz neyiz?” diye soran kadın cümlesi bile azalarak bitti, bu artarak geliyor! Bu cümle bir işaret. Gebelikteki detaylı ultrason ve kromozom sayımı gibi. Kromozom eksikliği var ve bunun değişmesi imkansız. Lütfen bunun gerçek olduğuna inanın ve olay mahallini terk edin. Annesiyle kuramadığı o bağ yüzünden size acı çektirecek; gerek yok.
Bu adamları “bana hesap sorma, lütfen ben gelemem öyle şeylere hörörörö” muhabbetinden de tanıyabilirsiniz. Ne bu genişlik? Hesap sormayacağım ama bilmek isteyeceğim, elbette. Sen de saygılı bir yetişkin gibi doğallıkla anlatıyor olacaksın, çünkü yaşamı paylaşmak bunu gerektirir. Hikaye takibi ve ilgilendiğiniz için sorduğunuz minik sorulara bile huysuzlanmalarına başta kırılsanız da sonra anlamlandıracaksınız. Dört ayaklıların işeyerek sınırını belirlemesi gibi bir davranış bu. Bazı şeylerin sınır ihlali olmadığını, sadece ilgilenmek olduğunu anlayamayacak kadar az gelişmiş, yapacak bir şey yok.

Saatlerce süren sessizlikler… Yazınca yazmamak, aradığında hemen açmamak, bazen saatler sonra hiçbir şey olmamış geri dönmek. Küçücük beyinleri ve daha ondan küçük ve hayatlarına yön veren bir başka organlarıyla strateji geliştiriyorlar. Kıyamam. Yazışmanın ortasında susuveriyor, sense ekrana bakakalıp dakikalar sonra “bize ayrılan sürenin sonuna geldik” diyorsun. Espri yapmaya başladıysan durum fena, acı çekmeye de başladın demektir. Sonra kendi sersemliğine gözlerin doluyor.
Bilimsellerin ambivalans dediği; biz sıradan ölümlülerin “gelgit” dediği o akış. Sen tam yakayı sıyıracaksın bir hoşluk yapıyor. Tam tokadı patlatmak istediğin an öpüveriyor gibi. Yataktan en güçlü uyanıp onu terk etmeye karar verdiğin bir sabah, sana birlikte tatil yapmayı falan teklif edebiliyor. O minicik şefkat kırıntısına tav oluveriyorsun, ama hep aynı noktaya varıyor olay. Yapma evladım.
Kimisi çok net; “seni çok seviyorum, ama bir ilişkiye hazır değilim.” Anlamadım? Otuzların sonlarındasın, ne zaman hazır olursun küçük dostum? “Anladım” deyip susmanın en harika yanıt olacağı anlardan biri.
Hastasınız mesela. İşyerinizde ciddi bir sorunla baş ediyorsunuz. Bir şey oldu. Kendi evreninizde bir kriz. Aranmak istiyorsunuz. Aslında o kadar beklentiniz düşük ki; sadece aranmak istiyorsunuz. İhtiyacınızı görsün, bakımınızı sağlasın, sorununuzu çözsün bile değil. Dizi izlerken dahi bir sonraki bölümde ne olduğunu merak ettiğinden, sezon sezon indirip izleyen adamımı bazal bir merakla bile olsa “ne yaptın, nasılsın?” diye sormasını istiyorsunuz. Adamımız düşünüyor ve tüm kayıtsızlığıyla sessiz kalıyor. Emin olun, her ne istiyorsanız, tam olarak onu vermeyecekti zaten. Tabii ki aramıyor!
Bir ilişkiyi oluşturan minik rutinleri, aramaları, ortak planları, ya da en basitinden “günaydın” ve “iyi geceler”i mesela onlar başlatmış ve oturtmuş olabilir. Siz tüm sevecen uzlaşmacılığınızla akıp gitmiş olabilirsiniz. Kendi dertlerinizi, travmalarınızı, duvarlarınızı usulca bir yana koyarak. Hepsinden azade yepyeni bir deftere başlayarak. Buraya kadar güzel… Yine de bütün dengesizlikleriyle sahiden en savunmasız ve güvende hissettiğiniz bir anda aşırı üslupsuz, uzak, kaba ve katı bir cümleyi kalbinizin ortasına da bırakabilirler. Çünkü böyle. Nedeni yok. Öyle far tutulmuş tavşan gibi kocaman gözlerle bakakalıp olduğunuz yeri terk etmek isteyecek, edemeyeceksiniz. Yapamayacağınızdan değil, sadece o kadar hızlı hareket etmediğinizden. Neden peki? Hatırlayalım; kromozom bozukluğu.
En büyük ortak özellikleri, birlikteyken çok eğlenceliler. Zaman geçirmek, sohbetler, her bir ayrıntı çok eğlenceli ve su gibi akıyor. O yuvarlak masalarda birbirimizin sözünü keserek kadın kadına yaptığımız analizlerde hep bu noktada takıldık; “ama bir aradayken çok şahane…” Yani? Adamın sorunu da zaten tam olarak bu. Anda kalamamak değil, bağ kuramamak. İlgi alanları, becerileri, bakışları çok size hitap edecek. Ama mesele bu değil. Gerçekten değil. Çünkü o sizin ışıklı dünyanız zaten.
Hitaplara takılmak ayrı bir komedi. Sevgilim, bebeğim diyemiyor olduğu gibi; “aşkım”a alerji duyabilir. Siz bu kelimeyi kullandığınızda pembe nişan tepsinizi hayal ettiğinizi falan sanıyor gibi bir refleksle buzdağı kesiliyor. Hayır, normal değil. Hayır, geçmiş travmalarını size aktarma hakkı yok ve hayır, bir gün düzelmeyecek. Sizin kurumsal bir ifade katmadan kullandığınız sevgi hitaplarının havada kalması elbette zamanla ağır gelecek. Unutmayın, bir manastırda kemale ermeye uğraşan bir derviş değil, sahici bir kadınsınız. Her saygısızlığı da olgunlukla kabul edip devam etmeniz gerekmiyor. Bu düzeyde affedicilik ve sabır ancak tuvalet eğitimi veren bir anneyseniz işe yarıyor.

Bu türde başlayan ilişkileri inatla sürdüren hatunlardan aldığım bilgiye dayanarak; genellikle çok eşli takıldıklarını da eklemem gerekiyor. İnsan zaten neden bir tek kişiye bağlanmaktan kaçınır ki? Sonra hayal kırıklığına uğramayın, üstelik yüzüne vurduğunuzda hiçbir şey söylemenize izin vermeyecek, unuttunuz mu “siz zaten sevgili değildiniz ki?!” Onun anladığı türden “flört”ün yazılı olmayan kanunlarına göre hiçbir kabahati yok.
Yoğunluk girdaplarında kaybolmak. Adamlar hep yoğun, hep yoğun, hep yoğun. Siz tek başınıza birkaç çocuk, aileyle ev paylaşmak, okul, yaşam, ev, iş falan idare edebilirken saçlarınızı da onun sevdiği gibi yapmaya zaman ayırıyor olabilirsiniz. Uzmanlar diyor ki; bu “yoğunluk” oyunu da, ilişki kurmasını engelleyen bilinçdışı bir seçim. Çok çalışmak ya da hayatını olgun bir ilişkiye uygun hale bir türlü getirememek. Bu da yine aynı sebeple geliştirdiği kendine sabote etme halleri. Yani düzelmeyecek. Çünkü zaten bu durumun doğrudan olarak sizinle ilgisi yok. Bağlanma stili derin bir hikaye. Keşke sadece bizimle ilgili olsaymış olsaymış, ama değil.
Şunu kabul edelim hemşireler, bu ve daha birçok türdeki adam; değişmiyor. Sizin sağlıklı, net, berrak bağlar kurmanız demek aynı geri dönüşü alacağınız anlamına gelmiyor. Çok sağlıklı davranarak, sağlıksız bağlanan birini değiştiremezsiniz. Yeterince emek vermeniz demek karşınızdakinin bu emeği boşa çıkarma hakkı olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Bazen sorunu kendinizde aramanız gerçekten gereksiz.
Ve rica ediyorum, birinin bunu o adama söylemesi lazım. “Aynı filmi milyarıncı kez, üstelik toplu gösterimde izlemek sahiden eğlenceli değil, sen de zannettiğin kadar özel ve biricik olmuyorsun bu durumda bayım” gibi bir şeyler söylemek lazım. Ya da kısa; “ıssız adamsın, git.” Bu sohbeti yaptığımız masadaki bir arkadaşım artık laf anlatmaya üşendiğini, doğrudan telefonundan engellediğini bile söyledi. Nasıl isterseniz. Ben öğretmen refleksimle söylemenizden yanayım, çünkü muhtemelen bunu yaşam içinde birkaç kez daha duyacak. Belki değişir. (bkz: zararlı umut)
Filmin sonu belli. Bu emeği yeni bir dil öğrenmeye, bir çocuk büyütmeye, bir evcil hayvan edinmeye, iş hayatınızda gelişmeye harcamanız daha rasyonel. Bu kadar çabaya zaten adamlar madalya takmıyor. O yüzden derhal odak değiştirmekte fayda var.
Teselli şu ki; işte tüm bunlar anı olup anlatılıyor. Moda’da Çikolata Dükkanı’nda “Asuman” kaşıklarken, gelen peçeteyle burnunun direği sızlayıveriyor. Sonra kendi haline gülüyorsun. Evet, gülmeye başladıysan acı da başlamış olmalı. Bir yaz akşamı balkonda kah gülüp kah ağlarken, üst üste sigaralar yakarken çenen ağrıyana dek anlatıyorsun.
Bazı anlar var ki kahkahadan boğuluyorsun. Bazen de hıçkırarak ağlıyorsun. Çünkü bu adamlardan birine fena tutulmuşsun, belki bağlanmak istemişsin. Oluyor işte… Hiç değilse hoş anların küllenmesi zaman alıyor. Burnunun ucuna bir sızı daha ekliyorsun, bir şiirin daha üstünü çiziyorsun. Çünkü ıssız olmayan taraf olarak kalbi anlamlar yüklemişsin yürüdüğünüz o yola, büyüttüğünüz çiçeğe… Ama işte günün sonunda; anı olup anlatılıyor, yani geçiyor. Her şey gibi.
Ve ayrıca sizi bilmem ama benim kişisel yolum, aynı saflığı korumakta ısrar. Ben böyleyim, bu kırılganlığımı koruyacağım. Değişmek zorunda kalmak istemiyorum. Sevgi ve aidiyete layık olduğumu biliyorum. Yine içimden geldiğinde; “seni seviyorum” demekten yana olacağım, kim daha önce söylüyor hesaplamadan… İlişkilerin bu yeni dünya düzenine ayak uydurmayacağım. Ben “organik” kalacağım. Düz, berrak ve sahici. Gerçekten hiçbir garanti beklemeden, tüm kalbimle sevme işine devam edeceğim. Çünkü ben böyleyim.
Ve artık biliyorum; 47 kedimle tek başıma yaşlanmayacağım. Aksine balkonda gazete okurken hala çekici ve huysuz bulduğum sevgilimle konuşurken, çiçekli elbisemle pazara inip akşam gelecek torunlarıma kızartmalık patlıcan almak tek derdim olacak. Gözlüklerinin üzerinden çapkın bakacak bana, sonra bulmacasına dönecek. Saçlarımı taramayı seven bir adamla, Pera’da el ele falan yürüyeceğim, güvenli uykulara bırakacağım kendimi. O hiç kaybetmeyen, ağlamayan ama ağlatan kadınlardan, hesap ödeten, pahalı hediyeler aldıran kadınlardan değil de, bir masala yelkenlerini indiren, hayatın anlamını hala kitaplarda arayan, her güzel anda ışıkları ve gölgeleri takip eden kadın olarak kalacağım.
Ayrıca tüm bu cesaret, kırılganlık ve sahicilik gerçekten yaşadığım, soluk aldığım ve insan olduğum anlamına geliyor. İyi ki yaşıyorum, iyi ki bahar ve iyi ki baharda açan çiçekler var! Aradaki devedikenlerine dikkat edeceğiz, hepsi bu kadar!
Ebrar Güldemler

2018-01-10

2018 REÇETESİ

2018 REÇETESİ

Sabah uyanınca en sevdiğin müziği aç. En sevdiğin müzik her gün değişsin.
Kahvaltısız güne başlama.
Esnafa günaydın de. Esnafa günaydın diyebileceğin bir yerde yaşa.
İşini severek yapmaya çalışma. Kendini sevdiğin için işini iyi yap. Hepimiz sevdiği işi yapacak kadar şanslı olmayabiliriz, bunu kabullen.
Herkesle iyi anlaşmaya çalışma. En doğru kişi olma.
Hatalarını kabul et. Kendine yalan söyleme.
Kendini öv. Kendini, kendine öv.
Etrafında sürekli kendini/çocuğunu/anne-babasını öven varsa, gülümseyerek karşıla. Bırak tatmin olsun. Düştüğü komik durumu aklında tut, ibret al.
Sana hoşuna gitmeyecek bir şeyler söylendiğinde ya orada cevabını ver ya da sonsuza kadar bu konuyu aklından çıkar. Eve gelip de “Nasıl böyle konuşur?” diye hayıflanma.
Söyleyeceklerin karşındakinin hoşuna gitmeyecekse, söyleme.
Astsan, üstünün söylediklerine “Tabii efendim” demeyi huy edinme. Üstsen, astının sana karşı çıkmasına izin ver. İlerlemenin yolunu aç.
İşyerinde yazdığın her e-maili “sevgiler” ile bitir.
Egonu bir kenara bırak artık.
Çayını, kahveni günün seni en iyi hissettirecek unsuru olarak düşün. Mutluluğu kolaylaştır.


pencereden manzara

Arabesk dinle. Böğründen söyle, kederini at.
Planlı ol. Ne zaman ne yapacağını bil. Anlık değişikliklere de açık ol.
Vazgeçmek bir tercihtir, buna canını sıkma. Vazgeçmeyi bil.
Kibar ol.
Bas küfrü.
“Nasılsın?” diye sorduğunda cevabı dinle.
“Nasılsın?” diye sorulduğunda “İyiyim” diye gerçekten söyle.
Kötü olmayı zayıflık zannetme. İyileşmeye çalışmamak ile baş etmeye çalış.
Bir sorun varsa; çözmeye odaklan, saklamaya değil.
Hassas ol. Duygularını çöpe atma.
Denizi izle.
Her şeyi sadece sen bilmiyorsun. Başkalarından öğrenmeye açık ol.
Bulunduğun mesleki konumu karakterinin üzerine koyma.
Yavaşla.
Gündemi yakından takip et. Magazin de izle.
Doğum gününü çılgınca kutla.
Fotoğraf çektirirken rol yap.
Instagram story’lerinde şov yap.
Başkalarını takdir et.
Korkun hayatını kısıtlıyorsa onun üzerine git ve çöz. Ama basit seviyedeyse, kork gitsin.
Evlenmek istiyorsan, evlen. Evlilikten uzak durmak istiyorsan, uzak dur.
Kimseye evlen deme. Kimseye evlenme deme.
Kimseye çocuk ne zaman diye sorma.
Müzik duyarsan kendini ritme kaptır. Sokağın ortasında da olsan...
Küçük bir çocuk görürsen onunla iletişim kur.
Bağırarak, makamıyla şarkı söyle. Sesin kötü de olsa söyle.
Olumsuzlukları kabul et.
Affet. Başkalarını ve kendini.
Her zaman gülemiyoruz, her zaman da ağlayamıyoruz. İkisiyle beraber yuvarlanıp gideceğiz. Bunu unutma.
Sevgiler!

2017-12-11

HAYALLER VS HAYATLAR

HAYALLER VS HAYATLAR

farklı dünyalar

Hepimiz üniversitenin ilk yıllarında ergenliğin bize vermiş olduğu yetkiye dayanarak sonsuz hayaller kurardık.Gerçi,o zamanlar çok anlamlıydı hayallerimiz, saçmalığını gerçek hayata girdikten sonra anladık.

Düşünsenize, 17-18 yaşlarındasınız, resmi olarak reşitsiniz, üniversitedesiniz. Hangi bölüm okursan oku, hayatında karşına çıkmasa dahi tüm geometriyi ezberlemiş,fen bilimlerini görmüş,arkadaşlarınız dilediğince gezerken siz özel hoca-dershane-okul üçgenine takılmış,ama karşılığını almışsınız.

Hayaller de atışlar da serbestti yani,çünkü bunu en çok siz hak etmiştiniz.ÖSS’ye hazırlık adı altında haftasonları dershanede test çözerken,’dershaneler kalabalık,iyi olmadığı derslerde birebir hoca tutalım’ cümlesiyle bir de haftaiçi planlarınıza ‘özel hoca’ girmişken,üniversiteden sonra CEO olmayı hayal etmeyi meşrulaştıran aslında hayattı,çok da haksız sayılmazdık bence.

Neyse,üniversitenin ilk yıllarında kurduğum hayallerle hayatımı karşılaştırdım.Çünkü her nedense, 20’li yaşların sonu hep uzak gelmişti bana.Her istediğimin gerçekleştiği yaşlardı,30’a yaklaşmıştım daha ne olsundu. Ama işler pek öyle olmadı 

1) Aileniz size çok para harcamış,bunun karşılığını bekliyodur. Okuldaki hocalarınız en gereksiz detayları sınavda sorarken adilmiş gibi görünmek için ‘Yönetici olduğunuzda bu bilgiler size gerekicek’ diye sürekli gazlarlar sizi. Mezun olana kadar CEO olacağınızı hayal edersiniz.Öyle ki,sizin başvurmanıza bile gerek yoktur,zaten şirketler kapınızda sıra oluşturmuştur şimdiden.Siz de bir anlık gafletle havaya giriyorsunuz. E malum 28 yaşında kesin müdür olmuşsunuzdur.Aylık geliriniz minimum 15.000 TL’dir.

Aslında gerçek hayatta hiç de öyle değil.Biliyorum sandığınız yabancı dili zaten herkes biliyor.Çok uğraşıp öğrendiğiniz,mesai harcadığınız ikinci dil girmek istediğiniz kurumla örtüşüyor mu bakalım?Zaten herkes yüksek lisanslı.Yani,işe giriş hayaldeki kadar kolay olmuyor maalesef.Zaten işsizlik had safhada,az para çok iş mantığı çerçevesinde geçiyor yıllarınız.Mobbing olmaması büyük lüks oluyor işyerlerinde,halbuki olmazsa olmaz bu zaten.Patron şirketlerinde tabir-i caizse,tüm yöneticiler ‘dinazor’.Torpille girmişler,sizi beğenmez çalışanlar vardır bir de.İş hayatı gerçeklerini fark ettikten sonra anlıyorsunuz ki;ne 28’i 38 bile genç bir yaş yöneticilik için.

2) 22 yaşında mezun olduğum düşünülürse,26 yaşımda evlenir,28 yaşımda çocuk doğururum diyordum.Zaten işe müdür olarak başlayacağım için,kariyerime ara vermiş de sayılmazdım.6 yılda işleri oturtur,ailemi kurardım.O sırada çocuğun üniversiteye kadar özel okul parasını da biriktirmiş olurdum kesin.
Ama,gerçek hayat ne yazık ki bu kadar toz pembe olmadı.Tüketim çağına yaşadığımızı düşünürsek hala romantik komedilerdeki aşkı arayan biri olarak,kimseyi sindiremedim içime.Dolayısıyla;kaliteli yalnızlığı seçtim.28 yaşımdayken sonunu göremediğim birisiyle olmaktansa,kariyer hedefime odaklanmayı tercih ettim ve hayalini kurduğum çocuk planını başka bahara erteledim.

3) Üniversite yıllarında muhtemelen yüzlerce arkadaşınız oluyor,siz de hepsinin ömürlük dostluk olduğunu düşünüyorsunuz.Partiye eşlik etmedi diye trip attığınız o minnoş duygular;yerini gerçek hayattaki zorluklarda kafamı çevirdiğimde yanımda kim var? Sorusunu getiriyor ve ne yazık ki kafanızı her çevirdiğinizde bir elin parmaklarını geçmeyecek insanlar görüyorsunuz.Aslında bu ‘acı’ olarak nitelendirilebilecek tecrübe;size iyi geliyor çünkü herhangi birileriyle vakit öldürmektense ‘gerçek dost’larınızı keşfediyor ve tüm enerjinizi onlara yönlendiriyorsunuz.Sonrası mutlak güven duygusu,ki bu insan hayatında olmazsa olmaz ihtiyaç listesinin baş sıralarında bence.
karışıklık

4) Her boş vaktinizde bardan bara,konserden konsere koşarken;kendi paranızı kazanmaya başladığınız zamanlarda ‘ya ben başka insanlar için,ülkem için ne yaptım?’ özeleştirisiyle başbaşa kalıyorsunuz.Zaten üniversite yıllarında haftanın 4 günü dışarı çıkmış,gece hayatını yaşamışsanız;bu dönemde bar yerine,sevdiğiniz insanlarla muhabbet edebileceğiniz mekanlara yöneliyorsunuz.Hiç bitmeyecek sandığınız enerjiniz,yine bitmiyor ama,hayatın zorunlulukları çerçevesinde azalıyor.Sivil toplum dernekleri ile tanışma da tam bu aydınlanma döneminde oluyor bence.Çünkü 17-18 li yaşlarda dünyanın sizin etrafınızda döndüğüne yemin edebilecekken,dünyanın diğer çirkin yüzüyle karşılaşıyor;bunları iyi hale getirebilmek için tüm gücünüzü o tarafa yöneltmeyi seçiyorsunuz.Bence bu;büyümenin en güzel tarafı.Bir kişinin bile hayatına dokunabilmek,bugüne kadar manevi tatminlerin en büyüğü.Mutlulukların paylaştıkça çoğaldığına tanık olmak bile güzelken,bir de bunda sizin de katkınız olabildiğini düşünün!üniversitede eğlence hayatına yatırdığınız paraya ‘pişmanlık’ olarak baktığınız anlar geliyor yani.

5)Muhtemelen üniversitede baba parasıyla dolap tıka basa doluyken,yine de ‘giyecek hiçbir şey yokken’;bu yaşlarda kaliteli ve az parçalara yöneliyorsunuz.Kendi paranızla alışveriş yaptığınızdan,aslında biraz da kıyamıyorsunuz (bu kısmı babamın okumamasını diliyorum :)) bir bluz almak için bile ne kadar emek verildiğini görünce,her rengine saldıracak şımarıklığınız kalmıyor.Malum her beyaz yakalının kabusu ‘ay sonu getirme çabası’

6) Aileye daha düşkün oluyorsunuz.Kendi aile kurma yaşınızın yaklaştığından mıdır,hayatın her zorluklarını gördüğünüzden midir bilmem ama;20li yaşların başında ‘benim birsürü arkadaşım var,kimseye ihtiyacım yok’ düşüncesi;’beni karşılıksız seven insanlar sadece ailem’ mantığına bırakıyor.Siz büyüdükçe onlar da yaş alıyor tabi.Düşkünlüğün sebebi,geçen yılların onların yüzüne bıraktığı çizgileri izlemeniz de olabilir.Sebebi,gerekçesi her ne olursa olsun;etrafınıza anlattıkça rahatladığınızı sandığınız onca olayın üstesinden,hiçbir şey konuşmadan başınızı ailenizin omzuna koyduğunuzda geldiğinizi fark ediyorsunuz.

7) Tabi büyümenin en güzel yanı;planlarınız artıyor.Görmek istediğiniz her yeri görebiliyor,bir sürü anı biriktirebiliyorsunuz.Aile harçlığı ile geçindiğiniz dönem,bağımlılık bir yerde sonuçta.Şimdi,bir maaş için o kadar çalışmışken;size iyi gelebilecek yerler neresiyse oralara gidebiliyorsunuz.Bakış açısı,kültür artışı ve güzel zamanlar bütün çabalarınıza değiyor.

8) Bütün dünya sizin üstünüze geliyor sanıyorsunuz,tırnağınız kırılsa hava siyaha dönüyor,en ufak bir olayda ne yapacağınızı şaşırıyorsunuz.İşte büyümenin bir güzel tarafı daha : ‘gerçekten hiç önemli değil’ cümlesi.Artık sizi üzen olayların ciddileştiği dönemde,onunla başa çıkmayı ustalıkla öğrenmiş hale geliyorsunuz.O kadar ki;mutsuzken yataktan çıkmayan siz;yaşadığınız üzücü olaydan sonra bile etrafa gülücükler saçmaya devam ediyorsunuz.Çünkü görülüyor ki,insan kendi yarasını kendi sabilir ancak.Ve üzüldüğü her an,kendi hayatından çalınıyor aslında.Zaman,en değerli hazine.Gerçekten vaktimi buna haracamaya değer mi?Benden önemli mi?

Aslında daha birsürü madde ekleyebilirim,ama özetlemek istedim.Hayallerimle hayatım denk gelemedi bir türlü belki ama ben çok keyif aldım her yaşımdan.Ve büyüdükçe gördüm ki;olayları yaşında yaşamazsan;sonrası büyük bir felaket.Hep o içinde kalmışlık.Belki o zamanki hedeflerime yetişemedim. Ceo olamadım mesela,ya da aile kuramadım ama;güzel vakitler geçirdim.Tecrübelerim arttı,mutluluğun esas nedeninin kendim olduğunu fark ettim,özsaygım arttı.Güzel dostluklar biriktirdim;güldüğüm,öğrendiğim,sıkıldığımda kaçabildiğim limanlar arttı.Ben olmaktan vazgeçmedim,saygı çemberim arttı.
Yaşım kaç olusa olsun;bence zamanı iyi değerlendirdim.Keşkelerinizin az olduğu nice yaşlarınız olsun.

Aşkım da değişebilir, gerçeklerim de.
Pırıl pırıl dalgalı bir denize karşı
Yangelmişim dizboyu sulara,
Hepinize iyi niyetle gülümsüyorum,
Hiçbirinizle döğüşemem.
Siz ne derseniz deyiniz
Benim bir gizli bildiğim var,
Sizin alınız al inandım,
Sizin morunuz mor inandım,
Ben tam dünyaya göre,
Ben tam kendime göre,
Ama sizin adınız ne?
Benim dengemi bozmayınız...
 Turgut Uyar



Pelinsu Beril Arslan

2017-11-20

BUGÜN İYİ BİR VEDA EDİN

BUGÜN İYİ BİR VEDA EDİN

veda elveda

Merhaba demek ne kadar üslup gerektirirse, elvedanın da bir üslubu vardır. Merhaba gibi sıcak hatta biraz hüzünlü olması gerekir. Bir merhaba ne kadar beklentisizse bir elveda o kadar beklentilidir. Çünkü içine yaşanmışlıklar katılmış, ne gülücükler, ne anılar sığdırılmıştır. Bir veda dönüp gittiğinizde boynunuzda kalan öpücük gibi olmalıdır. Acaba'sı bırakmalı, 'iyiki veda etmişim değil', 'iyiki yaşamışım' dedirtmelidir.

Bakmayın beylik laflarıma, ne kadarını başarmışımdır bilmiyorum ama hayatıma giren fedakar insanlara muhakkak diğerlerinden farklı davranmışımdır. Herkese 'aynı' olmamış, dolayısıyla aynılaşmamışımdır. Mesela hala bazı vedalar gözlerimi dolu dolu ederken, bazıları aklıma geldiği an aklımı komşuya bırakmışımdır.
Amma velakin, her gün influencer arkadaşalarımızın 'Bugün birine iltifat edin, bugün birine seni seviyorum deyin' cümleleri yerine ben diyorum ki;
'Hayatınızda iyi insanlara iyi bir veda edin'!

Çünkü o insanlar tırnakları kırıldığında, kalpleri kırıldığında hatta ne yaşadığını bilmediğiniz bir coğrafyada sizin hayatınız yolunda gitsin diye bir çok şeyi alttan almıştır, 'başkaları gibi olmayan'. 

Sizde başkalaşmayın, aşk'alaşın. İçinizde sevgiden geçmeyen tüm yolları yıkıp atın.. Bazılarımız hayatlarında veda etme şansı bile bulamadı, bunu unutmayın.

Yolun açık olsun güzel arkadaşım, gözyaşların hep gülmekten olsun..

G.

2017-11-04

ÇÖLYAK GÜNCELERİ...!

ÇÖLYAK GÜNCELERİ...!

glutensiz beslenme

Çölyak Hastalığı ile Yaşamak.
7 Nisan 2017 tarihi itibari ile çölyak hastası olduğumu öğrendim. ve hoş geldin yeni bir alerji daha :) Mevcut bir sürü alerjim vardı zaten bir eksiğim gıda tolerans testim kalmıştı. ve süpriz çölyak denen illet. Daha doğrusu bir illet olduğunu anlamam biraz vakit aldı maalesef. İlk başta işin bu kadar ciddiyetinde değildim. Fakat sonra yavaş yavaş araştırmaya başladım ve diyetisyenin bana önerdiği gıdaları tüketmeye başladıkça, işin boyutunu fark ettim.

Peki ÇÖLYAK HASTALIĞI NEDİR?
Çölyak hastalığı, ince bağırsağa hasar veren yiyeceklerin alımı ile besin emilimini bozan sindirim sistemi hastalığıdır. Çölyak hastalığı olan kişiler için; BUĞDAY, ARPA, ÇAVDAR ve YULAFTA bulunan GLUTEN adı verilen protein zararlıdır. Çölyak hastalığı olan kişiler, gluten içeren yiyecekler yediklerinde, bağışıklık sistemleri, ince bağırsağa zarar verecek bir yanıt oluşturur. Hasara vücudun kendi bağışıklık sistemi neden olduğu için, otoimmün bozukluk olarak adlandırılır. Besinler emilemediği için aynı zamanda emilim bozukluğu hastalığı olarak adlandırılır. Çölyak hastalığı genetik bir hastalıktır. Bazen gebelik, doğum, viral enfeksiyonlar ve bazı duygusal stresler sonrasında hastalık ortaya çıkabilir veya ilk kez aktif hale geçebilir.
BELİRTİLER NELERDİR?
Çölyak hastalığı, hastaların tümünde aynı belirtileri göstermez. Bazı hastalar belirtileri çocuk, bazıları ise yetişkin yaşta gösterir. Uzun süre anne sütü alan kişilerde Çölyak hastalığının belirtilerinin daha geç ortaya çıktığı gösterilmiştir. Glutenin beslenmeye girdiği yaş ve alınan glütenin miktarı da önemlidir. Hastalığın belirti ve bulguları, ortaya çıkış zamanı kişiden kişiye oldukça değişkenlik gösterir.
BAŞLICA BELİRTİLER
• Kronik ishal
• Kilo kaybı
• Açık renkli, kötü kokulu dışkı
• Açıklanamayan veya tedaviye rağmen tekrar gelişen kansızlık
• Gaz, tekrarlayan karın ağrısı
• Şişkinlik ve sersemlik
• Hazımsızlık
• Kabızlık
• Kusma (Genellikle çocukları etkiler)
• Demir eksikliği anemisi veya vitamin B12 folat eksikliği aneminin bir işareti olabilir yorgunluk (aşırı yorgunluk)
• Kaşıntı cilt döküntüsü
• El ve ayaklarda karıncalanma, uyuşma
• Koordinasyon, denge ve konuşmayı etkileyen bozukluklar
• Sıvıların birikmesi (ödem) nedeniyle, eller, ayaklar, kollar ve bacaklarda şişme
• Kemik ağrısı, kas krampları
• Davranış değişikliği
• Boy kısalığı, gelişme geriliği
• Adet düzensizliği
• Ağız içinde soluk yaralar
• Diş çürükleri
• Osteoporoz
• Tekrarlayan düşükler Çölyak hastalığı olan bazı kişilerin yakınması yoktur. İnce bağırsağın hasar görmemiş bölümü belirtileri önlemeye yetecek kadar yeterli besin emilimini sağlıyor olabilir. Ancak belirtileri olmayan hastalar da Çölyak hastalığının uzun dönemde çıkacak yan etkileri açısından risk altındadır.
ÇÖLYAK HASTALIĞI NASIL TEŞHİS EDİLİR?
Çölyak hastalığı teşhisini koymak için doktorlar kanda glutene karşı antikor seviyesini ölçen test istemektedirler. Eğer testler ve belirtiler Çölyak hastalığını düşündürüyorsa kesin teşhis için ince bağırsaktan küçük bir parça alınması gerekmektedir. ÇÖLYAK HASTALIĞININ KESİN TANISINI KOYMAK İÇİN EN İYİ YÖNTEM İNCE BAĞIRSAK BİYOPSİSİDİR. Biyopsi ağızdan, ince bir hortum yardımı ile onikiparmak bağırsağına ulaşılarak yapılır. İşlem kısa süreli olup, çocuklarda anestezi altında da yapılabilmektedir. HASTALIĞIN TARANMASI Çölyak hastalığı taraması, glutene karşı antikorların kan testleri ile araştırılmasına dayanır. Çölyak hastalığı kalıtımsal olduğu için tanısı konmuş hastaların özellikle birinci derece akrabaları hastalık açısından taranmalıdır. Hasta insanların 1. derece akrabalarının (ANNE, BABA, ÇOCUKLAR) hasta olma olasılığı %10 dur. Tanı ve tedavi geciktikçe yetersiz beslenme ve diğer komplikasyonların gelişme riski artacaktır
TEDAVİ NEDİR?
Çölyak hastalığının TEK TEDAVİSİ GLUTENSİZ DİYET ile beslenmektir. Diyet gluten içeren tüm gıdalardan kaçınmayı gerektirir. Diyet tedavisi ile belirtiler düzelmekte, var olan bağırsak hasarı iyileşmektedir. Diyete başlanan günlerde iyileşme başlar ve ince bağırsak 3–6 ay arasında tamamen iyileşir. GLUTENSİZ DİYET YAŞAM BOYU SÜRDÜRÜLMELİDİR. Glutensiz diyete cevap alınması aynı zamanda Çölyak hastalığı tanısının doğrulanması anlamını taşır.
GLUTENSİZ DİYET
Glutensiz diyet; buğday, çavdar, arpa ve yulaf içeren tüm gıdalardan (hububat, makarna ve birçok işlenmiş gıda) ÇOK AZ MİKTARLARDA DAHİ YEMEMEK anlamına gelir. MISIR, PATATES, PİRİNÇ, SOYA UNU ZARARSIZDIR. Et, meyveler ve sebzeler gluten içermez. Çölyak hastalığı olan kişiler bu yiyeceklerden istedikleri kadar yiyebilirler. Günümüzde glutensiz unlar ve bundan yapılmış hazır ürünlere market ve eczanelerden ulaşılabilmektedir.
gluten free

GLUTENSİZ DİYETE ÖRNEKLER 
İÇECEKLER İZİN VERİLEN: Kahve-çay, Taze süt, pastörize süt, Yoğurt
ET-BALIK-TAVUK
Taze etler balık, deniz ürünleri, kümes hayvanları, konserve balık, salamura balık, bazı sosisler
PEYNİR
Tüm yıllanmış peynirler, beyaz peynir, krem peynir, pastörize edilmiş peynir
PATATES VE DİĞER NİŞASTALILAR
Beyaz ve tatlı patates, kaba öğütülmüş mısır, pirinç, glutensiz şehriye
TAHIL
Mısır unuyla yapılmış sıcak kahvaltılıklar, pirinç, kelloggs un mısır patlakları
EKMEKLER
Özel hazırlanmış (sadece izin verilen unlarla) ekmekler UNLAR Mısır unu, patates unu, pirinç unu, pirinç nişastası, soya unu, fındık unu
SEBZELER
Tüm sade, taze, donmuş veya konserve sebzeler, kurutulmuş fasulye ve bezelye, mercimek, bazı ticari hazır sebzeler
MEYVELER
Hepsi sade, donmuş, konservelenmiş veya kurutulmuş meyveler, tüm meyve suları
YAĞLAR
Tereyağı, margarin, bitkisel yağlar, fındık, yerfıstığı ezmesi, hidrojenlenmiş sebze yağları, bazı salata sosları, mayonez, yapışmaz pişirme sıvıları
ÇORBALAR
İzin verilen içerikle yapılmış ev yapımı çorbalar, bazı hazır konserve, özel kuru çorba karışımları
TATLILAR
İzin verilen içerikle yapılmış kekler, hazır ekmekler, puding ve börekler, pirinç pudingler, bazı puding karışımları, krema, öz ve basit içerikli dondurmalar, şekerler, Jöle, reçel, bal, kahverengi ve beyaz şeker, çikolata, saf kakao, Hindistan cevizi
DİĞER
Tuz, biber, zencefil, tarçın, acılı tozlar, domates püresi ve salçası, zeytinler, soda, yaşmaya, kuru hardal
YASAKLAR
Bira, cin, viski, aromalı kahve SÜT Maltlı süt, bazı çikolatalı sütler, bazı süt ürünü olmayan kremalar
ET, BALIK, TAVUK Hazır buğday, arpa, çavdar veya yulaf içeren etler,
sebze suyunda konservelenmiş ton balığı
PEYNİR Yulaf içeren herhangi bir peynir ürünü
PATATES VE DİĞER NİŞASTALILAR
Bilinen şehriyeler, spagetti, makarna, buğday unu eklenmiş donmuş patates ürünleri
TAHIL Buğday, yulaf, arpa ve çavdar içeren tüm kahvaltılıklar, kepek, buğday tohumu, ayıklanmış buğday
EKMEKLER Buğday, çavdar, arpa veya yulaf içeren tüm ekmekler UNLAR Buğday tohumu, kepek, buğday nişastası, buğday, çavdar, arpa veya yulaf içeren tüm unlar
SEBZELER Kremalı sebzeler, sos içinde konservelenmiş sebzeler, fırınlanmış konservelenmiş fasulyeler, Bazı ticari hazırlanmış sebzeler ve salatalar
MEYVELER Hazırlanmış meyveler, bazı börek içleri, kuru üzüm ve hurma(un serpilerek kurutulmuş)
YAĞLAR Bazı ticari salata sosları, buğday yağı, süt ürünü olmayan krema ürünleri, hazır et suyu ve soslar
ÇORBALAR Çoğu konserve çorba ve çorba karışımı bulyon, bulyon tabletleri (sebze proteiniyle hazırlanmış)
TATLILAR Ticari kek ve kurabiyeler, buğday, çavdar, yulaf veya arpayla yapılmış börekler, hazır karışımlar pudingler, dondurma külahlar, jöle
ŞEKERLER Ticari şekerler (buğday unu kaplı), aromalı şuruplar, şeker içeren malt aromaları
DİĞER Açık salça tozu, kuru baharat karışımları et sosları, hardal, yaban turpu, soya sosu, tarçın, alkol bazlı tatlandırıcılar, bira mayası.
Glutensiz bir yaşam sürmek için piyasa da hazırlanmış ve satışta olan glutensiz makarna, bisküvi, ekmek, un tarzında besinler vardır. Bu besinleri büyük marketlerden veya internetten siparis yolu ile elde emeniz mümkün. Yalnız aldığınız ürün yapıldığı yerde glutenli ürün üretimi varsa çapraz eşleşmeden dolayı aldığınız ürüne gluten bulaşma risk olabiliyor. bu yüzden aldığınız ürün için teyit almanızda fayda var.
ARPA
Arpa, besin gruplarından karbonhidrat grubundadır. B6 vitamini başta olmak üzere, potasyum, demir, çinko gibi vitamin ve mineralleri içermektedir. Arpayı diyetinizden çıkardığınızda yerine mısır tüketimine devam ederseniz vücutta herhangi bir vitamin eksikliği görülmez. Türkiye’de arpa bazı ekmeklerin içerisinde, viski, ale ve birada bulunmaktadır. Etiketinde arpa içerir ibaresi bulunan ekmekleri tüketmeyiniz. Bazı bira çeşitlerinde de arpa bulunabilmektedir.
ÇAVDAR
Çavdar, buğdaydan sonra en fazla ekimi yapılan tahıldır ve karbonhidrat grubundandır. Vücuda enerji verir, içeriğinde B2, B6, B12 ve C vitaminleri ile demir, kalsiyum, niasin, folik asit ve çinko vardır. Çavdar özellikle hamurun kabarık ve esnek olmasına sebep olduğundan ekmek yapımında kullanılır. Dünyanın çeşitli yörelerinde çavdardan viski, cin, votka gibi alkollü içecekler ve kvas denilen Rus birası yapılmaktadır. Çavdar unu hamur işlerinde yaygın olarak kullanılmaz.. Diyetiniz de çavdar yerine mısır ekmeği veya unundan yapılmış hamur işlerini tüketebilirsiniz.
YULAF
Bitkisel proteini yoğun olarak bulunduran yulafta bol miktarda protein, lipid, lif, mineral tuzlar ve B grubu vitaminleri bulunuyor. Karbonhidrat olarak sınıflandırılan yulaf, yüksek lif özelliğine sahiptir. Vücutta enerjiye çevrilir, kuvvetli bir yakıt kaynağıdır, içeriğinde fosfor, demir, kalsiyum gibi vitamin ve mineraller vardır. Yulaf tüketiminde özellikle sabah tüketilen kahvaltılık gevreklerini mısır gevreği olmasına özen gösteriniz. Bazı viski ve votkalarda da yulaf bulunduğu için bu tür alkolleri de tüketmeyiniz. Ekmek satın alırken yulaf unu karıştırılmadığından emin olunuz.
BUĞDAY
Buğday en yaygın olarak tüketilen ve ekilen bir tahıl çeşididir. Karbonhidrat içeriği yüksektir. Buğday, ekmek ve birçok hamurlu yiyecekler için en iyi un veren tahıldır. Buğday tanesinde ortalama % 13 su, % 51 nişasta, % 9 protein, % 2 yağ, % 1,8 mineraller bulunur.
Buğday günlük hayatımızda ekmek, makarna, kek, börek, lavaş, bisküvi, tatlılar başta olmak üzere birçok besinlerin yapımında ve üretiminde yaygın olarak kullanılmaktadır. Buğdaya karşı intolerans geliştiriyorsanız buğday ürünlerini diyetinizden belli sürelerde çıkardığınızda mutlaka diğer tahıllardan oluşan besinleri diyetinizde arttırın. Birçok kişi buğdaya intolerans geliştirdiğini duyduğunda diyetinden tüm ekmek, makarna ve hamur işlerini çıkartıp, meyve ve sebze ağırlıklı beslenmeye başlar fakat unutulmamalıdır ki buğday bir karbonhidrattır ve diyetinizden karbonhidratları tamamen çıkarmanız sonucunda bazı sağlık problemleri baş gösterir.
Karbonhidratların görevleri;
Enerji verir. Proteinlerin enerji için kullanılmasını engeller. Bir gramı 4 kkal enerji verir.
Vücut ısısının korunmasında görevlidir.
Sinir sisteminin çalışmasında etkilidir, özellikle beynin tek kullandığı kaynak glikozdur.
Posa, kalın bağırsakta suyun geri emilmesi ve tutulmasını, artık maddelerin vücuttan atılmasını sağlar.
Sinir dokuları ve kıkırdakların yapımı için karbonhidrata gereksinim vardır.
Vücutta su ve elektrolitlerin dengede tutulmasında görevlidir.
Normal günlük alınan diyet enerjisinin % 55-60’ının karbonhidratlardan sağlanması gerekir. Örneğin 2000 kalorilik enerji içeren diyette, diyet enerjisinin 1200-1000 kalorilik kısmı karbonhidratlardan sağlanmalıdır. Buğday bir çok besinin yapımında kullanıldığı için çok iyi bir etiket okuyucusu olmanız gerekmektedir. İlk olarak diyetinizde buğday ekmeği yerine mısır ekmeği tüketmeye başlayınız, makarna yerine kepekli pirinç tüketiniz. Bulgur ve irmik tüketimine dikkat ediniz. Besinlerin etiketlerini okuduğunuzda aşağıda belirtilen şekilde ibareler besinin içerisinde buğday olduğunu gösterecektir;
• Jelatinlenmiş nişasta
• Hidrolize edilmiş bitkisel protein
• Kamut
• Değiştirilmiş yemek nişastası
• Değiştirilmiş nişasta
• Yapıştırıcı
• Doğal aromalar
•Soya sosu
• Bitkisel nişasta Piyasada satılan (Halk Ekmek) glutensiz ürünler; glutensiz makarna, glutensiz un, glutensiz kek, promod bisküvi-çikolata tarzı ürünler buğday içermezler, tüketebilirsiniz.
Ayrıca piyasada satılan bazı ürünlerin içerisine buğday konmaktadır;
- Salam-sosis
- İskoç viskisi
- Kurutulmuş sığır eti
- Et suları veya bazı soslar
- Buğday içeren bazı konserveler
- Hazır veya terbiye edilmiş çorbalar
- Çikolata barlar, dondurma, pudding
- Alman birası, viski, cin, votka
çölyak hastalığı hakkında

Öneriler
- Buğday unu yerine mısır, pirinç, patates unu ve bunlardan yapılmış ekmek ve hamur işlerini tüketebilirsiniz.
- Bulgur, kısır, makarna yerine pirinç ve pirinçten yapılan noodle tüketebilirsiniz
- Kahvaltılık gevrekler (örn. müsli) buğday içermektedir, bunların yerine mısır içeren kahvaltılık gevreklerini tüketiniz.
- Bikarbonat veya soda, krema olarak jelatin, mısır unu, pirinç, maranta nişastası kullanabilirsiniz.
Umarım yazımda Çölyak yani gluten toleransı ile ilgili sizleri biligilendirebilmişimdir. Sonra ki yazılarımda başka nelere dikkat etmemiz gerektiğini paylaşacağım, çünkü maalesef dış etkenlerde bir o kadar etkili. Eğer sizde yada sizde olduğunu düşünüyorsanız yada çevrenizde bir arkadaşınız varsa bu yazıyı paylaşırsanız sevinirim.
Son olarak Çölyak Hastaları İçin,
ÖNEMLİ ADRES VE TELEFONLAR
ÇÖLYAK DERNEĞİ
TEL: 0312-232 28 34
GSM: 0532-545 63 89
www.colyakankara.org.tr
ÇÖLYAKLA YAŞAM DERNEĞİ
www.colyak.org.tr
EGE ÇÖLYAKLA YAŞAM DERNEĞİ
www.egecolyak.org.tr
Sevgiyle Kalın, Sağlıklı Günler Dilerim...!

ARZU BOYACI

2017-10-27

EĞER EVRENE TAM ANLAMIYLA GÜVENİRSEN..

EĞER EVRENE TAM ANLAMIYLA GÜVENİRSEN..

OSHO

“Yeni evlenmiş bir adam eşiyle birlikte evine dönüyormuş. Botlarıyla birlikte bir nehri geçmektelermiş fakat aniden büyük bir fırtına çıkmış. Adam bir savaşçıymış fakat buna rağmen eşi çok korkmuş çünkü fırtınadan kurtulmalarının imkânı yok gibi gözüküyormuş. Botları çok küçükmüş ve fırtına öylesine devasa bir büyüklükteymiş ki her an batabilirlermiş. Fakat tüm bunlara rağmen adam sanki hiçbir şey olmuyormuş gibi sessiz ve sakince oturmaktaymış.

Kadın korkudan tir tir titrerken adama: ‘Sen korkmuyor musun? Bu hayatımızın son anı olabilir! Nehrin karşı tarafına ulaşamayacağız gibi gözüküyor. Yalnızca bir mucize bizi kurtarabilir, aksi hâlde ölümümüz kesin. Korkmuyor musun? Aklını mı kaçırdın’ demiş. Adam gülmüş ve kılıcını kınından çıkardığı gibi kadının boynuna hızla yaklaştırmış. Kılıç kadının boynuna o kadar yakınmış ki neredeyse kadının boynuna değecekmiş. Adam kadına: ‘Korktun mu’ diye sormuş. Bunun üzerine kadın gülmeye başlamış ve demiş ki: ‘Eğer kılıç senin elindeyse neden korkayım ki? Beni sevdiğini biliyorum.’

Adam kılıcını kınına sokmuş ve demiş ki: ‘Sana cevabım budur. Tanrı’nın beni sevdiğini biliyorum; kılıç onun elinde, fırtına onun elinde… Her ne olursa iyi olacaktır. Eğer fırtınadan kurtulabilirsek iyi, kurtulamazsak o da iyi…
Çünkü her şey onun elindedir ve o asla yanlış bir şey yapmaz.’ İşte, insanın özümsemesi gereken güven budur. Böylesi bir güven tüm hayatını değiştirebilir.
Eğer evrene güvenirsen çok geçmeden sakinleşip sessizleşeceksin; mutlu ve neşeli olup, bayram edeceksin çünkü evren bayram etmektedir. Üzgün değildir evren; bir şarkıdır o, çok güzel bir şarkı ve dans sürüp gider. Bu dansın bir parçası ol ve doğana güven; tek yol budur. Kendine güvenmekle, seni yaratan Tanrı’ya güveneceksin. Eğer kendine güvenmiyorsan, seni yaratan Tanrı’ya da güvenin yoktur.”

2017-10-09

YAVAŞ YAVAŞ ÖLÜRLER

YAVAŞ YAVAŞ ÖLÜRLER

pablo neruda

Yavaş yavaş ölürler
Seyahat etmeyenler.
Yavaş yavaş ölürler
Okumayanlar, müzik dinlemeyenler,
Vicdanlarında hoşgörüyü barındıramayanlar.

Yavaş yavaş ölürler
Alışkanlıklarına esir olanlar,
Her gün aynı yolları yürüyenler,
Ufuklarını genişletmeyen ve değiştirmeyenler,
Elbiselerinin rengini değiştirme riskine bile girmeyenler,
Bir yabancı ile konuşmayanlar.

Yavaş yavaş ölürler
Heyecanlardan kaçınanlar,
Tamir edilen kırık kalplerin gözlerindeki pırıltıyı görmek istemekten kaçınanlar.

Yavaş yavaş ölürler
Aşkta veya işte bedbaht olup yön değiştirmeyenler,
Rüyalarını gerçekleştirmek için risk almayanlar,
Hayatlarında bir kez dahi mantıklı tavsiyelerin dışına çıkmamış olanlar.

Pablo Neruda

2017-09-22

Müzik Sizi Derinden Etkiliyorsa Özel Bir Beyne Sahip Olabilirsiniz

Müzik Sizi Derinden Etkiliyorsa Özel Bir Beyne Sahip Olabilirsiniz

müzik beyin

Çok sevdiğiniz bir parçayı dinlerken tüylerinizin diken diken olduğu oluyor mu? Ya da güçlü, gümbür gümbür bir davul solosu duyduğunuzda içiniz bir tuhaf oluyor mu hiç? Eğer cevabınız evetse oldukça özel bir beyne sahip olabilirsiniz.
Güney Kalfiorniya Üniversitesi öğretim üyelerinden Alissa Der Sarkissian, üniversitenin Beyin ve Yaratıcılık Enstitüsü’nde Radiohead’in “Nude” parçasını dinlerken tüylerinin diken diken eden farklı bir duygu hissetti. “Şarkıyı dinlerken nefes alışverişimin şarkıya uyum sağladığını, kalp atışlarımın yavaşladığını hissettim ve bir anda çalan şarkının daha önce hiç olmadığı kadar farkındaydım. Bir anda hem bedensel hem de duygusal olarak şarkıya tepki verdiğimi hissettim.” diyor Der Sarkissian.
Henüz Harward Üniversitesi’nde bir öğrenciyken Der Serkissian müzik ve beyin ilişkisini arkadaşı ve Matthew Sachs ile birlikte inceledi. Müzik dinlerken benzer duygular yaşayan insanlarla yaşamayan insanların beyin aktiviteleri arasındaki farkı inceleyerek müzik ve beyin arasındaki ilişkiyi anlamak istiyolardı.

music brain

Tüyleri diken diken eden müzik değil estetik algısı gelişmiş bir beyin!

Yaptıkları araştırmanın sonucunu “Social Cognitive and Affective Science” dergisinde yayımlayan ikili araştırmalarında müzik dinlerken tüylerinin diken diken olduğunu hisseden kişilerin duysal korteksleri ile beynin duyguları kontrol eden bölümlerine olan bağlantı noktalarında daha fazla nöron bulunduğunu keşfettiler. Bağlantı noktalarında daha fazla nöron bulunması bu iki bölümün birbiri ile çok daha fazla iletişimde olması anlamına geliyordu. Yani bu kişiler müzikten duygusal olarak diğerlerine göre çok daha fazla etkileniyordu.
“Bu iki bölgenin bağlantı noktalarında daha fazla nöron bulunması bölgelerin daha iyi iletişim kurabildiği anlamına geliyor yani duyulan şey beyinde çok daha verimli bir şekilde işleniyor.” şeklinde açıklıyor araştırmanın liderliğini üstlenen Sachs. Bu bilgi nörologlar ve psikologlar için oldukça ilginç bir araştırma alanı oluşturuyor çünkü bilindiği kadarıyla müziğin beyinde verimli olarak işlenmesinin evrimsel olarak türe bir faydası yok. Yine de bilim insanlarına göre bu araştırma çok daha derin felsefi soruların cevabı olabilecek nitelikte.
“Birlikte incelendiğinde bu sonuçlar insandaki estetik algısına ilişkin hem bilimsel hem de felsefi sorulara cevap olabilecek nitelikte. Özellikle müziğin evrensel olarak neredeyse her kültürde yeri doldurulamaz bir olgu olmasının sebeplerini bu araştırma ile anlamak mümkün. Bu araştırmada anlaşıldığı üzere müzik, duyma duyusunun duygu ve estetik algısıyla doğrudan ilişkili olması sebebiyle sosyal hayatın da vazgeçilemez bir yerine oturmuş oluyor.”
Duyma duyusunun, duygularla nöronlar aracılığı ile doğrudan bağlantılı olması bazı kişilerin beyinlerinin müzikal estetik algısının diğerlerine göre neden daha üstün olduğunu açıklıyor. Siz de eğer en sevdiğiniz parçaları dinlerken tarif edilemez duygular yaşıyorsanız, evrimsel olarak olmasa da estetik ve sanat felsefesi açısından pek çok insandan bir adım öndesiniz demektir.

P.S.: Buraya da hemen beni derinden etkileyen Sezen Aksu'nun muhteşem bir şarkısını koyayım belki sizi de derinden etkiler :)