Unutmadan Söylemeliyim: Ekonomi
Ekonomi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ekonomi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2023-04-06

Geleceğimiz için Susuz Tarım (Kuru Tarım)

Geleceğimiz için Susuz Tarım (Kuru Tarım)

 

susuz tarım

Son yıllarda Dünya genelinde ve Ülkemizde kuraklığa doğru bir ilerleyiş mevcut ne yazık ki. Geleceğimizi korumak için ve tarım sürdürülebilirliği için kuru tarıma geçilmesi kaçınılmaz  görünüyor. Susuzluk ve kuraklık için gelecek yıllarda bu hayatımızda önemli bir rol oynayacak ve bunun teşvik edilerek bir an önce  kullanılmaya başlanması çok önemli.

Susuz tarım, geleneksel adıyla “kuru tarım”, insanlar Mezopotamya’da ve Anadolu’da toprağı ekip biçmeye başladıkları ilk günden beri yani yaklaşık 10 bin yıldır uygulanan, yağmur ve kar yağışına dayalı bir tarım yöntemi. Susuz tarımda ve kuru tarımda, tohum veya fidenin dikimi esnasında verilen can suyu dışında sulama yapılmaz. 

Susuz tarımın en önemli ilkelerinden biri de "no till farming” yani “pulluksuz tarım”'dır. Böylelikle tarlaya traktör veya çapa makinesi ile müdahale edilmeden, el çapası ile işlenmesi toprak fauna'sının ve florasının bozulmasına engel olarak bitkilerinizin yaşamı için en elverişli ortamı oluşturmaktadır. Böylece permakültürün doğal yaşamını sağlamaktadır. Permakültür, belirli bir toprak parçası üzerindeki tüm canlıların ihtiyaçlarını göz önünde bulundurarak sürdürülebilir bir sosyal düzen ve tarımsal üretim amaçlar. Örtü işlevi görecek bitki sapı-samanı, kuru yaprak ve ağaç kabukları veya çakıl ile toprağın üzerini örtme işlemi gibi teknikler ile topraktaki nem muhafaza ediliyor ve su tasarrufu yapılıyor. Bu yöntem ile Yağmur hasadı ile kısıtlı su kaynaklarını korumak amaçlanıyor, kompost üreterek ve doğal gübre kullanarak topraktaki organik madde miktarını artırarak koruma hedefleniyor. Tarımsal üretimde suni gübre veya zirai ilaç kesinlikle kullanılmıyor.

Konya'da ağaç yetiştirmede karşılaştıkları susuzluk problemine çözüm üretmek amacıyla yola çıkan 3 arkadaş, meyve ve sebzecilikte susuz tarıma imkan veren "Ekobox" çözümünü geliştirmiş. Ağaç ve sebze fidelerinin, hayatı boyunca sadece 16 litre su kullanarak yetişmesini ve kökünün topraktaki su kaynağına ulaşmasını sağlayan sistem; çöl, taşlık ve kurak alanlarda dahi meyve ve sebzecilik yapılmasına imkanı veriyor.

Dünyada kültürü yapılan 138 meyve türünden 75'e yakınının Türkiye'de yetişmesi, verimli topraklar, insan gücü ve eşsiz doğal kaynaklar ile Türkiye'i bir adım öne çıkarıyor. Ekobox, gece gündüz sıcaklık farklılığından dolayı hem kendisi su üretiyor hem de yağmurdan, çiğden hasat yaparak kendi haznesini su ile dolduruyor. Altında bulunan fitil vasıtasıyla fidanın köküne suyu veya nemi iletiyor. Çok az miktarda bir nemlilik oluşturarak altında su sütunu oluşturmaya çalışıyor. Yer altındaki sular yukarı doğru hareketleniyor. Yukarıdan da Ekobox ile sağlanan nemlilikle birleşince fidan o sütunu takip ederek kazık kök yapıyor. İlk olarak koyduğunuz 16 litre su dışında bir daha ağaç veya sebze fidesine hayatı boyunca su vermemize gerek kalmıyor. Cihaz, bu suyu kullanarak, su hasadı yaparak ve yoğuşmadan su üreterek fidan kökünün topraktaki asıl kaynağına ulaşmasını sağlıyor. Sonuç olarak, su vermeden 100-200-300 yıl veya doğal ömrü kadar yaşayacak ağaç ve sebze fideleri oluşuyor."

21. Yüzyılın en önemli sorunu olan iklim güvenliği ve yaşamın sürdürülmesi tüm ulus devletler açısından önlerinde “azalan enerji kaynakları”, kuraklaşan-çölleşen tarım arazilerine paralel “gıda güvenliği” ve daha da ötesi “kuruyan su kaynakları” mevzuu bulunmaktadır.  Bu sorunu akıllıca yöntemler kullanan ülkeler aşacak ve diğerlerinin önüne geçecektir. Biz de ülkemizin tarımsal anlamada muhtaç olmaması ve yaşam sürdürülebilirliği açısından hızlı hareket etmeliyiz.

Her zaman çevreme gereksiz ve aşırı su tüketimine dikkat edilmesi konusunda uyarıda bulunuyor olmam bazen sinir bozucu oluyor belki ama yarın musluğu açtığında su akmaması kadar kötü bir şey olamaz diye düşünüyorum. Tarımın da büyük oranda su kaynaklarımızı tükettiğini biliyoruz. Bunun için bir an önce hızlıca adım atılması dileği ile.

Hoşça, Dostça ve Sevgi ile Kalın

@muhendishanimingozunden

Arzu BOYACI

2018-05-20

Dolar Neden Yükselir Neden Düşer?

Dolar Neden Yükselir Neden Düşer?

dolar neden yükselir

Son zamanlarda doların neden yükseldiğine ilişkin bir yazı: Anneye anlatır gibi…
Kısa bir tanımla adına dolar dediğimiz Amerikan parası, ABD merkez bankası (FED) tarafından basılan bir ödeme aracı. Dünyada ne kadar dolar olacağına FED karar verir. Nasıl bizim merkez bankamızın belirli hedefleri ve misyonları varsa (fiyat istikrarı en önceliklisi) FED’in de kendi öncelikleri ve tutturmak istedikleri hedefler var.
FED, kriz zamanlarında piyasayı canlandırmak, işsizliği azaltmak ve büyümeyi sağlamak için bir karar aldı ve piyasaya; “alın size bol bol dolar” dedi. Ama bu paranın faize gitmesini de engellemek istedi ve bu parayı faize koymayın diyerek faizleri de düşürdü (0 ila 0.25 aralığına). Gidin bu parayı harcayın, yatırım yapın, paradan para kazanın, vs. dedi. Bunları yaparken de hem büyürüz hem de bu dolarlarla yapılan yatırımlar büyük istihdam olanağı sağlayacak bu sayede de işsizlik azalacak gibi bir plan yaptı. Dolayısıyla, yıllarca piyasaya ucuzdan bol miktarda dolar saldı.
Peki, bu dolarlar nereye gitti? Altına gitti, kendi iç piyasasına gitti, başka ülkelere gitti, başka ülkelerin borsalarına girdi, vs. Bu başka ülkeler kimlerdi? Yabancı yatırımcıya ihtiyaç duyan ülkeler, gelişmekte olan ülkeler, yani kısacası Türkiye gibi ülkeler. Haliyle bu para tabiri caiz ise yağdı Türkiye’ye. Oh mis gibi ucuzdan dolar. Yabancı elinde dolarla geldi Türkiye’ye, bozdurdu dolarını, TL ile borsaya girdi, TL’den faize koydu vesaire vesaire.
Peki yıllarca süren bu dolar sağanağında bizim ne yapmamız gerekiyordu ve ne yaptık?
Biz bu likiditeyi bulduğumuzda, dolar yağmurunun altında kaldığımızda yapmamız gereken şey; yapısal bir takım iyileştirmeler, uzun vadede bize para kazandıracak teknolojik gelişmeler ve “know-how” barındıran yatırımlardı. Böylece piyasada para kalmayınca, dolar yağmuru kesilince ürettiğimiz bu katma değerli ürünleri satabilir, ülkeyi büyütebilir ve orta gelir tuzağından sıyrılabilirdik. Eğitime, bilime, teknolojiye, bilişime, vs. yatırım yapmış olsaydık, bir Güney Kore gibi teknoloji üreten firmalarımız, bir Hindistan gibi uzay araştırmaları gerçekleştirecek bilimsel altyapımız falan olabilirdi.
Peki biz eğitimi imam hatip açmaktan, bilimi TÜBİTAK’ın başına hayvanat bahçesi müdürleri atamaktan ibaret zannedip, eğitim alanında iyileştirmeler, bilimsel çalışmalar, teknolojik yatırımlar yapmak yerine ne yaptık? Ev yaptık, gökdelen diktik, AVM yaptık, rezidans inşa ettik, vs. Kısacası deli gibi harcadık. Dolarları gömdük inşaata, gömdük lüks araçlara, gömdük başkasının akıllı telefonlarına, tabletlerine. Yahu bu ucuz likiditenin bir sonu olabilir diye düşünmedik hiç… Yani geleceği göremedik, anı en pis haliyle yaşadık. Tüketim toplumu ne demektir iliklerimize kadar hissettik.
Yıllar geçti ve 2013’e geldik. FED yeni bir açıklama yaptı ve dedi ki; “artık ucuz para devri bitti. İyi kötü yıllarca saçtığım paralarla ekonomim biraz düzeldi. Artık daha fazla para saçarsam bu sefer balonlar oluşur. Doları hak ettiği seviyeye yükselteceğim, faizleri artıracağım” yani bu sayede yine tasarruf oranları artsın istedi.
Bu kararı neden aldı?
Çünkü 1) Balonlar oluşabilirdi engellemek istiyordu 2) Tasarruf oranları artmalı sermaye toparlanmalıydı. 3) FED’in bilançosu trilyonlarca dolar oldu bunun bir sonu olmalıydı…
Sonuç olarak Gezi eylemlerinin hemen öncesinde, “tahvil alım programı” adı verilen ucuz para saçma politikasını durduracağını açıkladı. Bu bizim için ilk şok oldu. İnsanlar bu karara hemen tepki verdiler ve dolar yükselmeye başladı. Bu duruma hemen müdahale edemedi bizim merkez bankamız. Sonrasındaki süreçte siyasi gerginliklerle beraber beklentiler o kadar değişti ki dolar 2 liranın üzerini gördü. Bizim merkez bankası da el mahkum doları düşürmek için faizleri 4-5 puan artırmak zorunda kaldı.
Aslında faiz kötü, ürkütücü bir şey değildir. Ayarında, enflasyona uyumlu bir faiz iyidir. Çünkü sermaye toplanır, toplanan sermaye ile yatırım yapılabilir. Faiz bu açıdan iyidir, ama olmaması gereken ve mecburiyetten, istemeden yaptığın faiz artırımı kötü bir durumdur, çünkü faiz yüksek olursa insanlar borç almak istemezler. Borç almayınca da yatırım yapmazlar. Yatırım yapmazlarsa her sene iş gücüne katılan insanlar işsiz kalır. Ya da mesela ev, araç, vs. satın almamaya başlarlar. Eldeki evler, rezidanslar, AVM dükkanları, vs. elde patlar. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın şu günlerde “faiz indir” diye kendini parçalamasının, işi merkez bankası başkanını hainlikle suçlamaya kadar vardırmasının sebebi kabaca budur.
Sonuç olarak, FED  en sonunda bu faizleri, yukarıda anlattığım sebeplerden ötürü, artıracağını ifade etti. Bu durumda neler oluyor bak:
-Yıllarca ucuz dolara alışmış ekonomiden yabancı elini çekmeye başlıyor. Yani yabancı diyor ki, “benim güvenilir merkez bankam da artık bana faiz vermeye başlayacak. Türkiye’de ne işim var artık benim?” Giderken haliyle beraberinde getirdiği dolarlarını da alıyor ve içeride dolar azalıyor.
-Eğer teknolojik gelişmeler yapmış olsaydık, “know-how” değeri olan ürünlerimiz olsaydı, vs. onları dışarı satar yine dolar bulurduk, ama biz doların bol olduğu zamanlarda o parayla ev yaptık, AVM yaptık, rezidans yaptık. Eğitime, teknolojiye, bilime, istihdama para yatırmadık. Şimdi şehirlerin en dışına yaptığımız güya ultra lüks betonları kimse almak istemiyor. Güney Kore gibi akıllı telefon, tablet, vb. bir şey üretebilseydik onları satar yolumuzu bulurduk ama şimdi “Penisium tower kulelerinden” evleri kim alsın, ne yapsın?
-Bu dönemde yaşanan bolluğu, sıcak para akışını, ekonominin bu sayede dirilmesini, bu sahte zenginliği hükümet hep kendinden bildi veya öyle bilinmesini istedi. Benim süper yeteneklerim ekonomiyi uçurdu zannetti ve halkımız da maalesef bunu yedi. Yaşadığı sahte zenginliği hep hükümetin bir başarısı olarak algıladı. Şimdi işler değişince de şaşırıp kaldı.
Ve son olarak diğer başka sebeplerde var elbette…
Petrolün yükselişiyle Türkiye’ye giren ve düşüşüyle Türkiye’den çıkan bir Arap sermayesi mevcut. Buna bir de yolsuzluğun yarattığı olumsuz etkiyi de ekleyebiliriz. Yolsuzluk iddiaları bile güveni sarsıp doların yükselmesine yol açıyor. Bütün bunlara şeffaf olmayışımız, ekonomik özgürlüklerde geldiğimiz nokta, vs. gibi sosyopolitik riskleri de ekleyebiliriz. Maalesef daha kötü günler bizi bekliyor.